Tıpkı bir din adamının sözleri gibi; “bir kadın bu Dünyaya çocuk getiriyorsa suç ve günah işlemiştir”. Aslına bakarsak şu andaki ideoloji de pek fazla değişmemiştir. Aradaki tek fark, eskiden insanlar Tanrılara hizmet ediyordu; bugün de tek Tanrı dini çerçevesinde gene haksız, eşitliksiz olan bir sisteme hizmet ediyorlar. Hristiyanlığı yaratanların sözlerine baktığımızda süreklilik ve inanmayı garantileyen bir konuşma üzerine temellerinin atıldığını görürüz. Hristiyan inancının gerçek temelleri İncil’deki açıklamalara dayanmalıdır. Yani Hristiyanlığın bilime dayalı olmaması lazımdır. İncil, birçok kitabın birleştirilmiş halidir. Tek bir konunun dışlanması veya inkârı, tüm yazıların tekrar sorgulanmasını gerektirecektir. Özet olarak ya İncil’i kapsayan bütün hikayelere inanır ve güvenirsin, ki böylece onu Tanrının sözü olarak görürsün ya da sadece dini bir edebiyat olarak algılarsınız.
Bu konu hakkında İncil, hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır.
Havarilerinden Paul’un yazılarında, Tanrı’dan ilham alınarak yazılan tüm
yazılar adalet çerçevesinde düzeltmek, bilgi vermek, inandırmak ve eğitmek için
iyidir. Tanrı’yı asimile edebileceğimiz bir Ana Kaynak veya evrensel bir
varlığın sorusunu yeniden gündeme getirmeyeceğiz ancak İncil metinlerinde
gündeme gelen çok ciddi farklılıklar karşısında, İncil’in içeriğinin sadece
gerçekler olduğunu söylemek de çok hatalı olacaktır. İncil’in içinde Mezopotamyalılar çok ciddi bir iz
bırakmıştır, bu aynı zamanda Yahudi Hristiyan kültüründe de etkili olmuştur. Eski
Ahit’in, 3500-5000 Yıl arasında yazılmış olan ve Mezopotamya’da bulunan bu tabletlerden
esinlendiği görülmektedir. Sümer ve Babil tabletlerinin ortaya çıkmasıyla
birlikte sansasyonlar olmuştur. 1975’de kil tablette Uru-sa-lim/urusalimu ( ilahi
iyilik çatısı-Jerusalem) diye literatürde geçen yazılar Yahudilerin kutsal
yerlerinin adını vermektedir. Ancak 1975’ten önce de meşhur olan Adem’in
Bahçesinin, Sümer tabletlerindeki isminin Edin-Eden olarak açıklanması da ciddi
tartışmalar yaratmıştı. Eden, yani cennet bahçesi Sümer’deki kutsal Tanrıların
bulunduğu bölgedeki büyük bir kilerdir; yiyeceklerin
bulunduğu, ikramların sunulduğu yer olarak belirtilir. Adem kelimesinin de
Sümerlilerde A-dam olarak yazıldığını öğrenmekten de büyük bir şaşkınlık duyabilirsiniz.
Bu kelimede, ilk insanlara Tanrıların nasıl görevler vermiş olduklarını
görebilirsiniz. Satan kelimesinin kökeni de tamamen Sümer’e dayanmaktadır.
Aslında Satan kelimesi Sümer’de Eatam ve Eanda’nın birleşimi olarak, Santana
olarak çıkmıştır. Bu kelimeyi, primitif Sümerlilerin sembol şeklinde belirlemesi
de 3 uçlu çatal -mızrak şeklinde olmuştur. Bu iki kelimenin çeşitli
açıklamalarına bakıldığında, Yahudi Hristiyan kaynaklarında geçen Satan’ın
görevlerini teyit ettiği görülmektedir. En eski Yahudi edebiyatında ve Kuran’daki en eski
yazıları ele aldığımızda da bu durum net bir şekilde yer alır. Satan –Şeytan- meleklerle
aynı yerde yaşıyor, onlar için çalışıyordu çünkü onlarla aynı astral ailendendi.
Birçok din incelendiğinde görülebilir ki, Şeytan’la ilgili yapılan
açıklamaların aslında çok uzağındayız. Çünkü Eatam-Uandan yani Satanlar olmadan,
Sümer panteonlarındaki Tanrılar hiçbir zaman Dünya’da yaşayamazlardı. Bugüne
kadar Adam ve Satan, Sümerlilerin Satanları ve İncil gibi kutsal kitaplardaki benzerlikleri
konusuna hiçbir akademisyenin eğilmeyişine hayret etmekteyim. Büyük bir
ihtimalle kızdırabilecek bazı konular ve çok iyi gizlenmiş bazı sırların
olduğunu görüyoruz. Bu koşullarda, yukarıda açıklamış olduğumuz birkaç analoji
ile niye İncil’deki pek çok anlatılana inanıyoruz da Sümer, Akadian ve
Babil’dekilere inanmıyoruz? Samuel Noah Kramer, dünyaca bilinen ve “Tarih
Sümerle Başlar” kitabında der ki; “İncil’in ülkesinde yapılmış olan arkeolojik
araştırmalarda çıkan sonuçlar önemlidir ve İncil’İn doğmuş olduğu yeri ve
orijini hakkında önemli bir ışık tutmaktadır. Artık biliyoruz ki bu kitap, zamanın
en büyük klasiği, boş bir vazodan çıkan suni bir çiçek gibi yoktan varolmamıştır.
Bu eserin kökleri, çok büyük bir geçmişe dayanmakta ve komşu ülkelere kadar uzanmaktadır.
Tabii ki Sümerliler Yahudilere direkt olarak bir etkide bulunmadılar, onlardan
çok önce yok olmuşlardı ancak Filistindeki Yahudilerden önce bulunan Kenanlılar
onlardan esinlenmişlerdir. Böylece İncil’İn bazı kitaplarıyla Sümer metinleri
arasındaki pek çok ortak noktanın nedeni de açıklığa kavuşur. Bu benzerlikler tek
tük değil, seri şekilde paralellik gösterir. Hikâyeyi okurken ve özellikle
dipnotlarda göreceksiniz ki tabletlerle eski Ahit arasında çok benzerlikler
var, bunun nedeni sadece Kenan etkisi değil, ortak bir tarihin de Dünya’ya
yayılmış olmasıdır. Tüm eski halkların kültürleri aynı temel köke bağlıdır ve
hemen hemen gezegendeki tüm gelenekler aynı olayları anlatmaktadır. Bu fenomenin kanıtını, çok iyi gizlenmiş olan lisan
kodlamasında buluyoruz ve birçok eski lisanda da ortaya çıkabilmekte. Bu
etkileyici bilgi bugün gezegenimizdeki bilim adamları ve uzmanların gözünde
tamamen yeni bir bulgudur. Eski Ahit’i (resmi olarak Musa’ya atfedilen) yazmak
için rahiplerin kullandığı kaynakların nereden geldiğine gelince, göreceksiniz
ki sadece Yahudi ideolojisine ait değil, insanoğlunun dünya tarihine bağlıdır
ve tüm bu gelenek ve de efsanelerin Abraham’ın toprağı, Mezopotamya’nın
İncil’deki ismi olan Chaldee ülkesinden gelmektedir. Abraham’ı Suriye’de 1975te
Ebla (M:Ö 2500)şehrindeki kil tabletlerindeki Abra-MU şeklinde de izine
rastlanmaktadır. 1993’teki muhteşem eserde de görülebilir, “Forbidden Archeology-The Hidden History of
The Human Race” iki Amerikalı yazar tarafından MichaelA. Cremo ve Richard
L.Thompson yazılmıştır. Yayınlanan bu eser, revize edilerek 1996 yılında tekrar
basılmıştır. Bugün son versiyonu (İngiliz versiyon) 904 sayfadır. Dünyadaki
yaşamın gelişmesinde Darwin teorisini destekleyenler için de bir engel
oluşturur. Bu kitap resmi bilim tarafından tamamen inkâr edilen anormalliklerin
toplamından oluşmaktadır. Darwin tezini çürüten arkeolojik keşiflerin
birleştirilmesini anlatır. Örnek olarak Trilobitlerin çıktığı döneme ait olan
yani en az 5.5 milyon sene öncesine ait bir mineral deposunda William Meister,
bir ayakkabı izine rastlamıştır. Bu keşif, 1968de Amerikanın Utah bölgesinde Antilope
Spring yakınlarındaki Wheeler Shade’de bulunmuştur. En muhteşemi de bu izin bir
sandalet veya ilkel bir ayakkabıya ait değil, topuklu modern bir ayakkabının
izine ait olmasıdır. Ayrıca bu topuk izinin kayaya 4 milimetre gömülmüş olması
ve bir sağ ayağın özelliklerini taşıdığı da belirlenmiştir. Kremo ve
Thompson’un kataloglarında, merkezine yakın 3 hasarsız metalik halka
görünmektedir. Bu ürün Güney Afrika’da yerli madenciler tarafından bir mineral
madeninde bulunmuştur ve bu madde 2.8 milyar yıllık bir tarihe sahiptir; yani
hiçbir akıllı varlığın yaşamadığı bir dönemde…Madenciler bu üründen 100 tane
bulmuştur ve tabii bugüne kadar konuyla ilgili hiçbir bilimsel açıklama
yapılmamıştır. Ayrıca 2-2,5 milyon yıl öncesine ait olan kırmızı kayaların
arasında İngiltere’de bulunan, tamamen insan eliyle çalışılmış, yüz şeklinde
oyulmuş bir midye kabuğu bulunmuştur. Resmi bilim bu tarz eserlerden sadece
cromagnon döneme ait olanları açıklamakta ki onlar da 30 bin yıl öncesine
dayanır. Forbidden Archeology, Amerika’nın jeolojik araştırma dairesinde
görevli jeolog Virginia Mclntyre’nin başına gelen talihsizliği de kınamaktadır.
Meksika’ya 100 km. Hueyatlaco yakınlarında bulunan taştan aletlerin
tarihlendirilmesi kendisinden istenmiştir. Bunlar, 250 bin yıllık kayaların
içinde bulunmuştur. Tahmin edeceğiniz üzere, yeni dünyaya insanoğlunun resmi
olarak ortaya çıkışı 12.bin yıla dayanırken Virginia ve ekibinin bu aletleri
tarihlendirmesi, Amerikan paleontologları tarafından reddedilmiş ve maden ocağını
yok etmek için de ellerinden geleni yapmışlardır. Bunlar sadece birkaç örnektir
ve bu vesileyle Kremo ve Thompson, tarih öncesine ait klasik görüşün yeniden
değerlendirilmesini ve tekrar yazılmasını istemişlerdir. Son 2 asırdır sansüre
uğrayan ve unutulan dokümanların yeniden gün yüzüne çıkarılmasını istemişler
ve uzun yıllardan beri arkeolog ve
paleontologların ortak sessizliklerini bozmalarını beklemişlerdir. Eser baş
döndürmektedir ve bilebileceğiniz gibi arkeolog ve paleontolog camiasında büyük
fırtınalar koparmıştır. Paleontolog ve araştırmacılar bu olaylara açıklık
getirmek yerine bu eserin tamamen bir dezenformasyon ürünü olduğunu ve
içeriğinin türlü belirsizliklerle dolu olduğunu iddia etmişlerdir. Fransızcaya geç çevrilmiş olan bu kitaba cevaben, Mart 2003
tarihinde Fransız bilim dergisi zavallı açıklamalar getirmiştir, ancak bu
açıklama üzerinde birazcık durabiliriz. Böylece alışılagelmiş fikirlerin dışına
çıkan bilgileri yok etmek için resmi bilimin nasıl kendini küçük düşürdüğü
hakkında bir fikriniz olacaktır, bunlardan yukarıda bahsettiğim 5.5 milyon
öncesine ait ayakkabı izine gelelim; dergide şöyle yazıyor “sedimentologlar ve
jeologlar gayet iyi bilirler ki o döneme ait birçok omurgasız yaşamaktaydı ve
geçtikleri yerlerde de izlerini bırakırlardı. Bu izler genellikle jeologlar
tarafından milyonlarca yıl sonra bulunmaktadır.” Yani basit bir solucan oradan
geçerken ayakkabısının izini bırakmış! Emin misiniz? Yine Forbidden
Archeology’de bahsedilen bir konu; incelemeye göre tamamen düzgün şekilde,
metalden yapılmış pek çok tüp keşfedildi. 65 Milyon yıl öncesine ait tebeşir
katmanında Normandiya bölgesinde bulunmuştur, dergide “bir hayvan, yumuşak
toprakta kendine bir yuva kazdığında bu, tünel bir tüpe benzemekte ve hayvanın
hareketlerinin izlerini almaktadır. İç cephesi atıklarla kaplanır ve mineral
özellikleri de topraktan farklı olmaktadır. Zaman içinde ana tortular yok olur
ancak atıkların içinde bulunan mineral ve elementler nedeniyle tünelin içi
sertleşir, bu nedenle tüp şeklinde bir nesneye dönüşür. Bazen bu çok sert olabilir”
Yani burada özet olarak ve biraz da gülerek derim ki bu zavallı hayvan çok iyi
dikdörtgen bir tüp şekline sahipti ve aynı zamanda oldukça sıkı bir ishali de
olması gerekiyordu. Maalesef bu bilim dünyası için Kremo ve Thompson’un
çalışmaları tek değildir. 94’te arkeolog Cari Edward Baugh ve Clifford Wilson
“Footprints the Stones of Time” adlı eseri yayınladılar.
(not: Genellikle bilim dünyası bazı araştırmacıların bilgiyi
maniple ettiklerini söylerler. Çok ciddi ve tanınan bu dergi Kremo ve
Thompson’un sonuç olarak şunları söylediklerini çekinmeden yazmışlar
“yazarların sonucu; bu kadar eski tarihlerde çok akıllı varlıklar yaşamış
olmalı ki bu tüpleri yapabilsinler” İlgili bölümü okuyup duruyorum fakat
yazarların Forbidden Archeology’de açıkça belirttikleri şey şudur ki “tüm
hipotezleri öngördükten ve eledikten sonra Durued ve Salfati (1968de keşfi
yapan kişiler) şu neticeye varırlar ki 65 milyon yıl önce akıllı varlıklar
burada yaşamışlardır. Ek bilgi almak amacıyla Duried ve Safati’nin örneği
teslim ettikleri Caen üniversitesi jeomorfoloji laboratuvarına yazdık ama bir
cevap alamadık.” Bu sefer gerçekten bilgi manipülasyonu ve dezenformasyon
burada mevcuttur.)
Bu eserde, Texas eyaletinde 80li yılların başında Paluxy
nehrinin yakınlarında, kireç yataklarında, araştırmanın ilk keşfi 100 milyon
yıllık dinozor izidir, sorun şu ki aynı yerde 65-135 milyon yıllık insan izine
de rastlanmıştır. Bu olay sansasyona neden olmuştur ve keşif ilan edildiğinde
arkeolog, tahrif etmekle itham edilmiştir. Aynı dönemde dinozorla insanın bir
arada yaşamış olması imkansızdır. Tüm eleştirilere rağmen Baugh, nehrin
kıyılarında başka çalışmalar da organize etmiş ve benzer başka izlere de
rastlamıştır. Baugh, sitesinde ve eserlerinde inanılmaz başka keşiflere de yer
vermiştir. Bunlardan bir tanesi Texas yakınlarında London’da 1934’te bulduğu
demirden yapılmış bir çekiçti ve sapı ise tahtadandı. Üzerinde yapılan
analizlerde metalin karışımının demir, sülfür ve klorid olduğu açıklandı ki biz
bugün halen bu karışımı yapamamaktayız. Baugh, şu andaki bildiğimiz atmosferik
koşullarda bu aletin yapılmadığını düşünmektedir. Ona göre, insanoğlunu
etkileyen büyük tufandan önce dünyanın atmosferi bugünkine göre iki kere daha
yoğundu ve ultraviyole ışınları da hemen hemen hiç yoktu. Aynı yazar, çekicin
sapının karbonlaştığını belirtir ki bu da bu aletin daha kaya orada oluşmadan
önce varolduğunu gösterir. Böyle bir olayın gerçekleşebilmesi için hem sürekli
olan hem de güçlü bir ısı kaynağı (ateş tufanı)olması lazımdır. 1980’li
yıllarda Baugh’Un müzesi çok şaşırtıcı bir şey elde etti, yine Texas eyaletinde
Glen Rose’nin Commenche Peak’ında 65 milyon yıl öncesine ait fosilleşmiş bir
insan parmağı bulunmuştur. Sürpriz! Bu parmak anatomik olarak günümüz insanın
parmağını tıpatıp andırır. Uzmanlar, yapmış oldukları taramalar sonucunda
hemfikirdirler. Resmi bilim dinozorların 65 milyon yıl önce yok olduğunu ve
modern insanın da 100 bin yıl önce ortaya çıktığını savunur, yani Baugh’un
buluntuları yine paleontoloji dünyasında bir devrim yaratmış ve keşiflerine
göre tarihin yeniden yazılmasını talep etmiştir. İnsanoğlu kabul edilenden
milyonlarca yıl önce ortaya çıkmış veya dinozorlar çok yakın bir tarihte yok
olmuş olmalıdır. Baugh, Texas eyaletinin Glen Rose şehrindeki Creation Evidence
müzesinin sahibi ve müdürüdür. Bu müze, Temmuz 1984te keşifleri sayesinde var
olmaya başlamıştır ve müzenin ekibi tüm zamanlarını geçmişte dinozorların ve
insanların birlikte yaşadıklarını ispat etmeye ayırmışlardır. Tabii tüm bu
keşiflerin yanı sıra, -ki bunlar varolan düzeni bozmamak adına- arkeolojik
dünyanın sürekli engellemesine destek olarak uydurulmuş ürünler de mevcuttur.
Birkaç örnek ile kötü niyetli ve maskeleri düşmüş bazı bilim adamlarının
gerçekleştirdiği olaylardan bahsedelim.
1-Charles Dawson ve arkadaşı Arthur Smith Woodward (British
museumda jeolog) 1912’de insanoğlunun evriminin eksik halkası yerine oynanmış
maymun kemiğini ortaya koymuşlardır. Bir maymunun alt çenesini törpüleyerek
insan kafatasına uyumlu hale getirmişlerdi. Bu aldatmacaya tam 50 yıl inanıldı.
Bu arada meşhur eksik halka halen beklenmektedir. Bu da evrim tezi için hassas
bir durumdur. Eğer gerçekten insanoğlunun gelişimi Darwin tezine göre olsaydı
maymunla ostralopitekus arasında hiçbir tür bugüne kadar bulunamadı. Ortak ata
nereye uçmuş olabilirdi? Ya da ostralopitekus, homohabilis, homoerectus ve
homosaphiens arasındaki mutant türler nereye gitti? Bilim bu sorulara
kesinlikle cevap verememektedir. Hiçbir zaman bu farklı türler arasındaki eksik
halkayı bulamayacağız ve göreceğiniz gibi bunlar hiçbir zaman varolmamıştır.
2-Şarlatanlar arasında Viswa Jit Gupta, Pendjaab şehrinde
Chandi Ghaerh üniversitesi bilimler fakültesi duayeni çok değerli dergilerde
makaleler yayınlamış ve Himalaya’daki sit alanlarının incelemesini
devralmıştır. 25 yıl boyunca bilim dünyasını aldattı ve Avustralyalı iş
arkadaşları tarafından 1989 da maskesi düşürüldü. Gupta, seyahatleri esnasında
arkeolojik paraları çalarak Nepal’de bulduğunu söylüyordu. Daha kötüsü Paris’teki
antikacılardan fosiller alarak aynı örneklerin birbirinden farklı yerlerde
çıkarıldığını söylüyordu.
3-Hileli fosili de hatırlayalım; Çin’de 1998 yılında bulunan
tüylü dinozor. Arkeoraptor dinozor, kuyruklu kuş, kuşla dinozor arasındaki
eksik halkaydı. Bilim dünyasını aldattı ama x ışınlarına dayanamadı.
4-Yine yakın bir zamanda arkeolog Shinchini Fujimura,2000
yılında çalıştığı sit alanında, özel koleksiyonundan oluşan fosilleri alana gömerken
yakalandı. 80 li yıllarda muhteşem keşifleri sayesinde uluslararası bir üne
sahip olmuştu. İsmi 20 yıl boyunca 160 tane çalışma şantiyesinde görevli
olmuştur. Basıldığı sırada Fujimura, git gide ağır bir hale gelen, “neticeye
varma” mecburiyetini öne sürmüştü. Bugün tüm keşifleri yeniden incelenmektedir.
Bilim dünyasındaki sahtekârlıklar yeni değildir. Ünlü üçkâğıtçılar
arasında Alman biyolojist Ernest Haeckel (1834-1919)de vardır. Karşılaştırmalı
embriyo resimlerinin yaratıcısıdır. Bu konu ona Darwin’in, türlerin gelişimi
tezini desteklemesini sağlamıştır. Haeckel’in resimleri omurgalı 8 türün
embriyo gelişmelerinin farklı evrelerini ele almaktadır; balık, kurbağa,
civciv,kaplumbağa,domuz,dana,tavşan ve insan. Bu resimler ilk oluşum
aşamalarında da tüm embriyoların aynı olduğunu göstermektedir. Darwin ve
evrimciler için büyük şans, ancak Jonathan Wells (icones of evulution;science
or myth?) gibi birçok biyolojist, gayet iyi biliyorlardı ki bu krokilerin Haeckel
tarafından abartılarak hepsi aynı evreye getirilmişti. Yukarıda bahsettiğimiz
eserde Wells, balık, kurbağa, kaplumbağa ve insanın gerçek embriyo resimlerini yayınladı.
Sürpriz! Hepsi de birbirlerinden farklıydı. Biyolojist Wells, bu konuyu
onaylamayan, kendisi gibi düşünen çeşitli embriyo uzmanlarının isimlerini de
verdi. İşte birkaç isim; Adam Sedwick 1894, William Ballard 1976, Michael Behe
1999 vs. 27 Kasım 1910 da Newyork Times
bile bu konuyu açtı ancak nafile… İnsanoğlunun gerçek hikayesini gömen başlıca
faktörlerden bazıları da gizliliği seven zengin koleksiyoncuların ve
milyarderlerin özel koleksiyonlarında bulundurduğu bin belki de milyonlarca
eser… Bunlardan büyük çoğunluğu artık tamamen kaybolmuştur. Bazıları mezarları
soyarak hırsızlıklardan elde edilerek üçkâğıtçı satıcıların elinde, çok gizli
bir şekilde el değiştirmektedir. Tabii müzeler bu eserleri alabilmek için
mücadele etmeyecekler çünkü bugüne kadar sınıflandırılmış eserlerin
kriterlerine girmedikleri için bunları sınıflandıramayacaklardır. Zaten bu
müzelerden bazıları, meraklı gözlerden uzakta, alt katlarında stok halinde
tutmaktadırlar. Son olarak Martin Wilson’un BBC tarafından üretilen The Pramyds
of Caral belgeselinden bahsedeyim; çok enteresan olan bu film, Lima’nın
kuzeyinde bulunan Barranca ilçesindeki dev Caral sitesinin keşfini ele
almaktadır. İsa’dan önce 3000-1600 yıllık bir dönemde bulunmuş olan bu eski
şehir, resmi olarak Amerikan kıtasının en eski yerleşim bölgesidir. Röportaj,
arkeologların çeşitli hipotezleri varsayarak insanın neden o dönemde avcı
toplayıcı hayat şeklini bırakarak birden şehir kurmaya geçtiklerini anlamaya
çalışmaktadır. Bu belgeselde şaşırtıcı olan, arkeologların nasıl da hipotezleri
çok çetrefilli yollardan dolandırarak ortaya atıp sonunda da sanki gerçekmiş
gibi gösterebilmeleri…Filmin sonu çok şaşırtıcı! Sonuç olarak Caral’da
yaşayanların toplum olarak çok sakin oldukları ve pasifik kıyılarındaki
balıkçılarla da ticaret yaptıklarını anlatır, ancak buradan 30 km. daha uzakta,
bir sepetin içinde bulunan çocuk iskeleti bütün hipotezleri dağıtır. Caral
toplumu insan kurban ediyordu! Caral, Amerikan kıtasındaki bu barbar olayı
kullanan ilk şehir midir? Neticede, küçük iskelet üzerindeki inceleme pek bir
sonuç vermemişti, çünkü hiç kırık kemiği bulunmuyordu. Şöyle bir düşünün ki
ilgili çocuk, aptalca bir kazaya kurban giderek tepetaklak düşer, aslında
huzursuzluk veren, böyle bir kırık çıkık olsaydı belki o zaman arkeologlar
Caral’daki şehri Amerikan kıtasındaki ilk insan adağı yapılan yer olarak
gösterebilirlerdi.
(not: Çok ironik bir şekilde Hopi Kızılderilileri, Oraibi
köylerinin 4000 yıllık olduğunda ısrar etmektedirler.Bilim adamları Oraibi’nin
yapımında kullanılan tahtaları incelemiş ve onların 1150 yıllık olduğunu
söylediler ve Amerikan kıtasının sürekli olarak yaşanan en eski köyü olduğunu
kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak Beyaz Ayı Hopi Kızılderilisi Blumrechie’nin
kitabında şöyle ifade edilir ki arkeologlar, bulmuş oldukları en eski ağaca
göre değerlendirme yapmışlardır. Fakat bu bölgenin altında üç şehir daha
mevcuttur ki onlar da 4000 yıl önce kurulmuştur. Oraibi, bu bölgenin ilk köyü
değildir. İlki Shugnopovi adındaydı ve aynı isimdeki köyün altında bulunan
ikinci yayladaki falezin dibindeydi. Şu bir gerçektir ki arkeologlar
tarihlendirmeyi sadece yüzeyde gördüklerine göre yaparlar, altta gömülü
olanlara göre değil. Bu durum Meksika’daki piramitler için de geçerlidir. Bu
uygulama, bazı geçmiş medeniyetlerin varlıklarını da görmezden gelmelerine
yaramıştır. Bu teknik bugün bile halen Amerikan kıtasında uygulanmaktadır. Peki
ne için uygulanıyor? Amerendien’in 12 bin yıl önce Bering Boğazı’ndan geçerek
Amerika kıtasına yerleştikleri tezini desteklemek için!..Bu versiyon tamamen
Kızılderililerin hikayelerine ters düşer. Onlara göre Amerendienler 80 bin yıl
önce Pasifik’te batan bir kıtadan geldiklerini ve isimlerinin KAsskara olduğunu
anlatırlar ve burası da Mu kıtasıdır. Batılı tarihçiler tabii ki medeni olmayan
vahşilerin hikâyelerini dinlemeyeceklerdir. Hele ki insanoğlunun tarihine ters
düşüyorsa!)
2- Hükmetmek İçin Böl
1990’lı yıllardan beri Mezopotamya hakkında pek çok yazı yazıldı. Günlük yaşantımızda gün geçtikçe Irak daha da yer kaplamakta. Çünkü Dünya çapında ekonomik ve politik çıkarların tam kalbinde bulunmaktadır. İnanılmaz zenginliği sinsi ve derin bir planın konusu olmuştur ve bize buzdağının sadece küçük bir ucunu göstermektedir. 1991 Yılındaki körfez savaşı, İran Irak çatışmasının direkt neticesidir. Daha iyi anlayabilmek için, 1980 ve 88 yılları arasına dönmek gerekiyor, İran ve Irak’ın savaşta olduğu döneme…Humeyni’nin İran’daki rolü, dünyanın petrol hükümdarlığı için tehlike arz ediyordu. BM’in sessiz işbirliğiyle diktatör Saddam Hüseyin ABD’nin de desteğiyle bu pis işi üstlenmiştir. Amerika tarım fonu verme maksadı altında yüksek teknolojilerle gizlice Irak’ı silahlandırmıştır. Bu tamamen ikiyüzlülüktür. Howard Teicher, National Security Council (NSC), milli güvenlik konseyi üyesi 1995 yılında şu açıklamayı yaptı “CIA müdürü Casey bizzat Irak’ın başarmasını garantilemek için gayret göstermiş ve yeterli miktarda silah, mühimmat ve araç tedarik etmiştir. Amerikalılar Bağdat savaşına çok aktif bir destek vermişler ve Iraklılara milyar dolar krediler vermiş, CIA stratejik bilgiler aktarmış ve danışmanlık yapmışlardır. Silahların satışı üçüncü dünya ülkelerinden geçerek sağlanmıştır. 80’li yılların sonunda Saddam Hüseyin’e 8 yıl boyunca destek aldığı Amerikan hükümeti tarafından borçlarını ödemesi için baskı yapılmaya başlandı. Borçlarını ödeyebilmek için petrol sanayinin bir kısmını özelleştirmesi önerilmiştir. Kapan kapanmaktadır ve Kuveyt yukarıdan emir alarak, piyasaya ucuz fiyatla petrol vermeye başlamıştır. OPEP birliğinin petrol anlaşmalarını imzalamış olmasına rağmen buna karşı hareket etmiştir. Irak ve OPEP üyesi ülkeler büyük baskı uygulamalarına karşın Kuveyt yok edici politikasından vazgeçmemiştir. Bunun üzerine Saddam Hüseyin Kuveyt’e savaş açarak petrol yataklarına el koymuştur. Hiçbir anda Batı sponsorlarının ona karşı geleceğini düşünmemiştir, hele ki 1990 yılı Temmuz sonu Bağdat Amerikan elçisi April Glaspie Saddam’a bir nota göndererek Amerika’nın Irak ve Kuveyt arasındaki savaşta taraf olmayacağını belirtmiştir. Irak Cumhurbaşkanı, Amerikan hükümetinin sekreterine haber verip Kuveyt’i işgal edeceğini söylediğinde Amerikan yetkilileri “Araplar arasındaki bu savaş bizim problemimiz değil, başınızın çaresine bakın” demişlerdir. Aslında Irak’ın gerçek hatası 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmek değildir; (Amerika’nın sömürgeci İsrail hükümetine kesin ve sonsuz desteği) onun hatası bir dolu zenginliğe sahip olması hele ki bir tanesi, bu dünyadaki güçlerin, yani bu gezegenin karanlık hükümeti, elitlerden oluşan İlluminati’nin çıkarlarını tehdit eden bir sırdır. Halen bugün Irak’a yapılan askeri çıkartmanın teröre karşı olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar ama bunun gerçekle hiçbir alakası yok. Zekice bize, Irak’a yapılan saldırının amacının da petrol olduğu gösteriliyor ki bu da tam olarak doğru değil. Washington milli güvenlik üniversitesinde ekonomi profesörü olan Donald Losman’ın 1 Ağustos 2001’de yayımladığı çalışmasında görüyoruz ki Amerika için petrolün milli bir öncelik olmasından çok uzak olduğu anlaşılıyor. Bu bölümün sonunda tekrar bundan bahsedeceğiz. Bu savaştaki çıkarlar öyle önemliydi ki 1991’den itibaren acımasız bir savaş makinası karşısında pek çok hayat kurban edilmiştir. Irak tarafında kayıplar çok büyüktür. Amerikan güçleri 300 ton zayıflatılmış uranyum atıklarını bu topraklara dökerek, savaş alanlarında yaşayan sivil halkı zehirlemiştir. Uranyum yüzünden kansere, lösemiye yakalanmış ve yeni doğan bebekler de dehşet şekilde deformasyona uğramışlardır. Radyoaktivitenin çıkması ve yayılması birkaç bin yıl için ekosistemi de etkilemiştir. Ocak-Şubat 91 yılı arasında 537 bin Amerikan askeri, görevli olarak gönderilmiş ve onların da büyük çoğunluğu lösemi ve Parkinson gibi hastalıklara sahip olmuşlardır. Arkeolog McGuire Gibson’a göre Irak toprakları üzerinde resmi sit alanı 10.000 tanedir, bunların da sadece %15’i incelenmiştir; bunun yanı sıra hiçbir araştırma yapılmamış olan tahmini 15.000 başka önemli alan daha vardır. Bütün bunlar yeni dünya düzeninin, geçmiş ile ilgili her şeyi yok etmesine engel olmamıştır. Tahmini olarak Irak’ın güneyinde binlerce kazı alanı mevcuttur ve hepsi de yok edilmiştir. Bu arkeoloji dünyası için korkunç bir felakettir ve insanoğlu tarihi için de… Barış adına sonsuzluğa karışan ve toz olan tonlarca kutsal kitaplar, kayıtlara geçmiş ve resmi yok edilmelerin içinde 400 misil tarafından vurulan Ur Piramidi (tapınağı), bombardımanlardan çok ciddi zarar gören Ctesiphon tapınağı da bulunmaktadır. Bu birinci körfez savaşından sonra dünya kadar eski olan bir yöntemle ve aynen birinci dünya savaşında Almanya’ya dayatılan yalnızlaştırma ve boğma taktiği, Irak'ı da pasifist ülkelere karşı diz çökmeye zorlamıştır. Ancak bu barışçıl ülkeler, ikinci körfez savaşına kadar bombardımanlarını da durdurmamışlardır. Ağustos 1990 yılında, yani savaş başlamadan beş ay önce, Irak’ı maddi ve ticari bir ambargo içine sokmuşlardır ve bu ambargo Mart 1991’e kadar sürmüştür. Irak halkı, Saddam’ın davranışlarını çok pahalıya ödemiştir. Irak cumhurbaşkanı da ambargoyu kabul etmiştir; ama ne için? Bu uygulama aslında Irak’ı (dünyadaki ikinci petrol rezervi) petrolünü pompalamasını engellemek ve Arabistan’la beraber uzun yıllar boyunca petrolün kurunu kontrol etmesini önlemek içindir. Esasında Amerika böylece, Saddam’ın başka hatalar yapmasına da vesile olmuştur. İyiler bu vesileyle tabii ki Amerikan kontrolünde Irak toprağına askeri güçlerin tekrar gönderilmesine imkân sağlamışlardır. 1991 yılında başlayan görev zamanında bitirilememiştir. Le Monde Diplomatique adlı dergide Ağustos 2012 de uygulanan ambargo ve 986.karar (petrole karşı gıda) 400 000 Iraklı çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Rakamlar baş döndürmekte, ancak iyilik meleklerinin amaçlarına ulaşması bakımından bunca yaşamın kaybedilmesinin de pek bir önemi yoktu. 12 Temmuz 2000 yılında İllustre adlı dergide, BM tarafından uygulanan cezalar da arıtma istasyonlarında ve de boruların, silah yapımında kullanılabilir korkusuyla değiştirilmemesidir. Görüyoruz ki uygulamalar hep abartı yalanlar içermektedir. 1991’deki savaşta arkeolojik sitlerde ve müzelerde çok ciddi hırsızlıklar olmuştur. Özellikle Musul, Kerkük, Karbala ve Bassora’daki Irak müzelerinden 4 bine yakın obje çalınmıştır. Tüm bu objeler resmi bir katalogda yer almaktadır. Ancak Kerkük müzesinden çalınan bronz bir heykelin garip hikâyesi, bize onların sadece özel koleksiyoncuların ellerinde olmadığını göstermektedir. 1999’da bu bronz heykelcik Newyork Metropolitan müzesinde birdenbire ortaya çıkmıştır. 11 Eylül 2001 Amerika’yı korkuya sokmuştur ancak Irak için de çok ciddi bir dönüm noktası olmuştur. Bu olayın arkasında kimlerin olduğunu tartışmayacağız, ancak ondan sonraki aylarda başkan Bush’un özellikle gündemde tuttuğu kötüler grubu (IRAK-İRAN- Kuzey Kore) ve terörist Bin Ladin grubu (güya 11 Eylül katliamının sorumlusu) sayesinde bir kez daha Irak’a karşı savaşa girme fikrini halka da kabul ettirmiş oldu. Bu yeni yüzyılın başında evrensel büyük rehber olan George W. Bush toplumları uyutmayı başararak misyonunu yerine getirmiştir.
Amaç da insanlığı “temiz” bir dünyaya
doğru götürmek ve yeni dünya düzeninin düşmanlarının da yer almadığı ve Amerika'nın da düşmanlarının özgür ve birleşmiş dünyaya karşı şeytani engelleyiciler
olduklarından onların yok edilmesi gerektiğiydi. Amerikan başkanının haçlı
seferi, Irak’ın, insanoğlunun doğduğu Abraham’ın ülkesi ve Adem ile Havva’nın
bahçesi olduğunu bildiğiniz zaman çok farklı bir anlam kazanır. Bütün bu
detayları daha sonra göreceğiz. Mezopotamya’daki kil tabletlerin üzerine
kazınmış metinler, uzmanlarda soru işaretleri yaratmıştı çünkü İncil’de de
kabul gören bir çok fikri ve genel olarak Yahudi- Hristiyanlık dinlerinde kabul
edilen fikirleri sorgulamalarına yol açıyordu; bu da iyi organize edilmiş,
terörizme karşı savaşa girmek için bir garanti olarak İncil’i kullanan özgür
dünya için iyi bir haber değildi. 2.Körfez savaşı yine pek çok masumun ölümüne
ve birçok pisliğin tekrarına sebep olmuştur. Gizlenen gerçekler ve Amerikan tv.
kanalları tarafından yayınlanan filtre edilmiş bilgiler bize, sakat kalan,
katledilmiş kadın ve çocukların rakamlarını ciddi ölçüde azaltarak vermiştir.
Dehşet yalanlar bu saçma sapan savaşı desteklemek için kullanılmıştır. En çok
göze çarpan iki tanesinden bahsedelim; Amerikan hükümeti tarafından kullanılan
İngiliz sahte raporu Irak’ın toplu imha silahlarına sahip olduğunu ve
aralarında kimyasal ve biyolojik silahların da bulunduğunu söyler. Şanssızlık,
bu rapor internet üzerinden ulaşılabilen birçok kaynağın toplamıydı, hele
bunlardan biri 12 yıldan eski bir öğrencinin tez çalışmasıydı. Bu tezin çeşitli
bölümleri yazım hatalarıyla beraber birebir kopyalanmıştı.
(Not: Biyolojik silahlarla ilgili
Irak aslında, İran savaşı döneminde kimyasal silaha sahipti. Eric Laurent’in
eserinde Bushların savaşı 2013, 92 yılında Amerikan senatosu tarafından yapılan
bir araştırmayla gerçekler ortaya çıkmıştır. Şubat 1985 ve 89 yılları arasında
61 tane biyolojik kültür kargosu Irak’a gönderildi. Bunlarda 19 konteynır
anthrax bakterisi Amerikan type culture collection firması tarafından yollandı.
Bu şirket, Amerikan ordusunun kontrolü altında olan Ford Deterick laboratuvarı
yakınındaydı ve bu laboratuvar hassas biyolojik silahlar üzerine çalışıyordu. 22
Şubat 1985 ile 88 tarihleri arasında aynı şirket Saddam’ın laboratuvarlarına 15
botalinium klostiridyum göndermiştir. Eric Lorent o tarihler arasında Amerikan
hükümetinin Irak’a çok tehlikeli başka biyolojik maddeler de verdiğini
belirtmektedir.)
İkincisi
ise, birinci sınıf asker Jessica Lynch’in hikâyesidir. 3 Nisan 2003 tarihinde
Washington Post’a göre Amerikan propagandası onu bir kahraman ilan etmişti. Düşmanlara
karşı ciddi bir mücadele vermiş, çeşitli yerlerinden yaralanmış birçok askerin
ölümüne şahit olmuş, canlı yakalanmamak için de sonuna kadar mücadele etmiş bir
kadındır. New York Times’a daha sonra alevler arasından özel denizaltı
kuvvetleri tarafından nasıl kurtarıldığını anlattı. Kurtarıcıları onu, zavallı
genç kadının horlandığı Irak hastanesinden kurtarmışlardı. Gerçekte Irak tıp
personeli ona çok nazikçe davranmış, Iraklı bir hemşire uyutmak için ona
ninniler söylemiş ve ona özel gıdalar tedarik etmişlerdi. Hastane personeli onu
Amerikan askerlerine teslim etmeye çalışmış, ancak almamışlar, orada
bırakmışlar ve böylece askerler hastaneyi “işgal ederek” onu kurtarmışlardır.
Askeri operasyonun şok ve dehşeti, Amerikan hükümetinin gerçek amaçlarına tam
bir örnektir. Birinci körfez savaşının aksine Amerikan üst rütbelileri,
askeriyedeki yeni teknolojilerde 100’de 1 hata olduğunu söylemişlerdir. Bir kez
daha ve yukarıda verdiğimiz Iraklı sivil halkın ölüm rakamlarını da gözeterek
bu hikayenin aslında tamamen bir yalan olduğunu ortaya koymuştur. Amerikan
askerlerinin başkente girmesinden hemen sonra Unesco tarafından da
sınıflandırılan Bağdat müzesi komple boşaltılmıştır. Birkaç gün içinde Musul,
Tikrit ve Babilon müzeleri de yağmalanmış ve yakılmıştır. Arkeolojik sit
alanları da yıkılmıştır. Birkaç İngiliz arkeolog, değerli Irak kültürünün
kaderine üzülmektedir. İngiliz ve Amerikan askeri güçlerinin hırsızlara karşı
müzeleri korumadığına tepki göstermişlerdir. Hâlbuki daha askerler girmeden
bütün Irak petrol kuyuları güvenlik altına alınmıştır. Irak’ın yeniden
yapılanması çerçevesinde Amerikan şirketlerine çok büyük maddi kar getirecek
anlaşmalar imzalanmıştır. Bağdat müzesinde ağırlıklı olarak eski Mezopotamya’dan
Sümer, Akad, Asur ve Babil medeniyetlerinden kalma 200 bin eser bulunmaktaydı,
kaç eserin kaybolduğu tam olarak bilinmemektedir. Hiçbir zaman da
bilemeyeceğiz, çünkü hırsızlar katalogları da yok etmişlerdir. Tahminlere göre 170
bin eser çalınmış, geri kalanlar da çok ciddi oranda zarar görmüştür. Antrapolog
Elizabeth Stone nasyonal geographic societynin organize ettiği bir seyahatte,
bu hırsızlıkların Batı ülkelerinde, Amerika’daki Avurupa ve Japonya’daki zengin
kişilerin bu eserleri alma arzularını teşvik ettiğini görmüştür. Londra’daki Pazar,
küçük tabletlerle doludur ve bunlar 600 -700 dolara satılmaktadır. Dünyadaki en
eski kalıntılara sahiplik yapan bu ülkedeki hırsızlıklara karşı Bush’un
duyarsız ve destekleyici tavrı uluslararası toplumlarda kınanmıştır. Unesco
tarafından 1954 yılında Lahey’deki bir anlaşmaya göre askeri çatışmalar
esnasında kamu mallarının korunmasını kapsayan maddede dışarıdan müdahale eden
ülke ve askeri harekatlarda bozulabilecek kültürel değerler koruma altına
alınmalıdır. Lahey anlaşmasında savaşta olan milletler, mücadelelerini,
kültürel değerleri korumak amacıyla onlardan uzakta yapmalılar ancak şu da
doğrudur ki büyük sömürücü ülkeler bu anlaşmayı imzalamayan nadir
topluluklardandır. Birçok uluslararası arkeolog ve araştırmacı, Irak
müzelerinin soyulmasının ardında Amerikan koleksiyoncularının olduğunu
belirtmektedirler. 17 Nisan 2003 Paris’te Unesco’nun uzmanlarının toplantısında
bu arkeolojik eserlerin çalınmalarının çok iyi organize olmuş gruplar
tarafından yapıldığını ve hırsızların gizli bölümlerin, kasaların anahtarlarına
da sahip olduklarını belirttiler. Doni George Bağdat’taki Irak ulusal müzesinin
araştırma ve çalışma müdürü AFF’ye yaptığı bir açıklamada hırsızların
mahzenlerdeki eserlerin kopyalarını almadıklarını, sadece orjinalleri aldıklarını
söylemiştir. Bu da, hırsızlığın organize olduğunun bariz ispatıdır ve bu
şebekede uzmanların da bulunduğunu ve yabancıların menfaatine çalıştıklarını
göstermiştir. Aynı tarihlerde Londra’da dokuz arkeologdan oluşan bir grup, The
Gurdian gazetesinde koalisyonda olan hükümetlere bir metin yayınladılar.
1994’te kurulan bir kurum American Counisil For Culturel Policy Amerika’nın
savunma ve devlet bölümleriyle pazarlığa girerek Irak kültürel mirasının
korunması kanunun yumuşatılmasıyla ilgili bir anlaşmaya varmışlardır. Bunun
amacı, Irak’taki eserlerin, daha güvenilir bir yere yani Amerika’ya
taşınmalarıdır. Bu bilgi aynı tarihlerde Newyork Times’da da yayımlanmıştır. 2002
Kasım ayında “artnewspaper” dergisinde, “Irak tarihi bizim de tarihimizdir” adı
altında bir makale yayınlanmıştır. Burada
ACCP derneğinin gelecekteki Irak kurumlarına desteğini önermekte ve
teknolojilerinin daha ileri olduğundan verimli kazılar yapılabileceğini
belirtmiştir. Makalenin başlığı çok belirleyicidir. Arkeologlar ve avukatlar
Amerikan hükümetine baskı yapmakta ve askeri stratejilerini geliştirirken Irak’taki
kültürel mirası da göz ardı etmemelerini rica etmişlerdir. En muhteşemi de
ACCP’Nin Bush idaresiyle çok sıkı bağlarının olması ve Newyork Metropolitan
müzesinin eski avukatı tarafından kurulmuş olmasıdır; yani 1999’da Kerkük
müzesine ait olan birinci körfez savaşında çalınan meşhur bronz heykelin
bulunduğu müze, ve ACCP Irak’ta yapılan hırsızlıklarla hiçbir alakası
olmadığını da iddia etmektedir. Tüm bunlar hakkında ne düşünmeli? Hiçbir toplu
imha silahı bulunmamasına rağmen Irak’In işgaline karar vermek niye? Kim bu vesileyle
Irak kazılarının ve milli müzelerinin soygununu planlamıştır? Petrol ve
hırsızlıklar, Amerikan hükümeti tarafından korunan gizli organizasyonlar ve
petrol şirketlerinin tek amacı mıydı? Ya da bu sadece buzdağının görünen yüzü
müydü? Ağustos 2001’de askeri güçlerinin sanayi üniversitesinde ekonomik
bilimler profesörü Donald Losman’ın araştırmasında (economie security, a
nasyonal security folly) Amerikanın ortadoğudaki petrol rezervlerinin
güvenliğini sağlamak için her yıl 30-60 milyar dolar harcadığını belirtmiştir,
halbuki 92 ile 99 yıllları arasında petrol ithalatı 10.25 milyar dolardır. Özet
olarak petrolün milli güvenlik sorunu olmadığını ve askeriyeyi ekonomik
rahatlık için güya kullanmak tamamen ahlaksızlıktır. Artık biliyoruz ki
Amerikan petrol şirketlerinin paralarını çoğaltmakta ancak körfez bölgesine bu
kadar askeri göndermenin de ana amacının nedeni olmadığını görüyoruz. Bahse
girerim ki Amerikan güçleri petrol aktığı sürece bu bölgeden hiçbir zaman
çıkmayacaklar, dincilerin ve yerel halkın sert tepkilerine karşı uluslararası
özel şirketler belki yavaş yavaş terk etmektedirler ama Amerika o ülkenin
kontrolünü elinde tutmak için uyduruk bir hükümeti ülkeye yerleştirecektir. Petrol
halen bugün varolduğu sürece tehlikeli bir politik silah olacaktır ve bir
şantaj aracı olarak kullanılacaktır. Aynı zamanda Amerikan devine karşı
bağımsızlığını biraz gösteren ülkelere karşı da, enerjilerini tedarik etme
konusunda kontrolü ele almış olacaktır. Irak’taki emperyalist, saldırgan
olaylar, koalisyondaki ülkeler arasında birçok istifaya neden olmuştur. Bu da
gezegenimizdeki diplomasinin büyük bir tehlikede olduğunu göstermektedir. Amerikan
hükümetinin savaştan sonra Irak’a barış planını yerleştirmemiş olması ve ülkeyi
de kronik bir güvensizliğe doğru sürüklemesi bize aslında barışın, ana planları
içinde olmadığını göstermektedir. Aslında Amerikan hükümetinin amaçları
gerçekten barış mıydı, çünkü biliyoruz ki bu gezegendeki açlığı yok etmek için
sadece 15 milyar dolara ihtiyaç vardır. Sipri’ (Stockholm Peace Resarch
İnstitute)ye göre sadece 2002 yılı için Amerikan şirketlerine silah ihracatı
101 milyar dolar sağlamıştır. 2002 yılında Amerikan askerî bütçesi 370 milyar
dolardan bir yılda 383 milyar dolara çıkmıştır. Bu para üst teknolojik
silahların yapımını sağlamış ve meşhur Amerikan füzesavar kalkanını
geliştirmesini de garantilemiştir. Sonuç olarak Amerikan hükümetine daha ne
diyelim ki, Irak rejimine güya işbirliği yapmadığı için sinsi bir askeri
çıkartma planlamıştır. Altyapılarının incelenmesinde BM denetleyicilerine izin
vermeyerek silahsızlanma mecburiyetine karşı ihlalde bulunmuştur. Hepimiz
hatırlarız ki 2002 yılı sonunda Irak sınırlarına Amerikan güçleri dolarken ve
böylece bütün dünyayı ve BM ‘i kendine esir ettiği bir dönemde, Irak zaten her
şeyi kabul etmişti. Ancak Amerikan savaş makinaları bir kez çalışmaya
başladığında hiçbir zaman durmaz. 1993 kimyasal silahlar anlaşmasına göre,
imzalayan tüm taraflar ellerindeki kimyasal silahları deklare etmeye ve onları
yok etmeye ve hiçbir zaman onları geliştirmeye veya taşımaya izinleri
olmayacaktır. Ancak biliyor musunuz, emperyalist Amerika tüm bunlardan bir tek
kendisi muaftır. Size daha sonra açıklayacağım olaylarda göreceğimiz gibi bu
gezegendeki her şey, sadece sonsuz bir tarihin tekrarıdır ve Irak’taki çıkarlar
yalnızca petrolle ilgili değildir. Anlayacağınız gibi Irak’a sahip çıkmak
psikolojik olarak karanlık hükümet için büyük bir önem taşımaktadır. Aynı
zamanda dünyadaki askeri projeyle ciddi bir bağlantısı vardır, o da
cumhurbaşkanı Reagan’ın isimlendirdiği “Star Wars” projesidir.
3 - Karanlığın Kontrolü Altındaki Medeniyet
Bu
bölüme başlamadan önce özellikle belirtmek isterim ki Amerikan halkına hiçbir
antipatim yoktur, ancak bedava bir anti Amerikancılık partizanlığı da yapmamaktayım.
Burada bahsettiğim konular Amerikan hükümetinin uyguladığı karanlık pratikleri
vurgulamak amacıyladır, ki bunu da zaten bütün dünyanın gözü önünde
yapmaktadır. Giriş olarak sizlere Amerikan hava ve denizcilik donanmasında eski
bir subay olan Milton William Cooper’nin eserinden bir bölüm vermek istiyorum;
Milton aniden ordudan ayrıldıktan sonra 1979’da iki tane başarısız suikast
denemesinden kurtulmuş ve CIA ajanları tarafından yapılan ölüm tehditleriyle
karşı karşıya kalmıştır. Cooper, 16 yıl sessiz kaldıktan sonra
birçok eser yazmıştır ve halka Amerikan denizcilik gizli servislerinde
çalıştığı dönemdeki çok gizli bilgileri açıklamıştır. Cooper, 5 Kasım 2001
yılında Arizona’nın Eagar bölgesinde garip bir şekilde öldürülmüştür. Bir
sonraki eserinin yazımında evinde çalışırken, evine girme izni vermediği için
yerel şerifin yardımcıları tarafından vurulmuştur. Amerikan basınında yer alan
bu baskının nedeni Cooper’ın 1992’den beri vergilerini ödemediği ve bu nedenle
sosyal bir tehdit oluşturduğu bahanesiydi. 1989’da yazdığı bir metinde “littleton dramı" ile bir benzerlik bulunmaktadır. Nisan 1999’da (iki öğrenci okulun
bahçesinde ateş açarak 12 liseliyi öldürür) ve 11 Eylül trajediyle arasında bir
dolu benzerlikler göreceğiz. İnsan
olmayan bir grubun müdahalesi, insanlığı gizlice maniple etmektedir. Birazdan
hep beraber inceleyeceğimiz bilgilerle uyuşmaktadır.
Metinden alıntı: “CIA uzmanları, Orion olarak
adlandırdığı bir yönteme başvurmaktadırlar. Buna göre zihinsel sorunları olan bir kişiye
uyarıcılar vermektedirler. Ondan sonra hipnoz altındayken ona, mesela
öğrencilerle dolu bir okulda ateş açmayı empoze ettiler. Bu insanlar kıtada
kriminal dalgaları bahane ederek büyük şehirlerde korkunç bir anarşinin
olduğuna halkı ikna etmek için kullanırlar. Her gün bu yöntemle bizi taciz
etmektedirler. Gündüzleri gazetelerle ve geceleri televizyonla. Bu fikri
tamamen benimseyen kamu düşüncesi oluştuğunda bize bir terörist grubun
nükleerle silahlandığını ve ülkeye girerek bir şeyleri patlatma niyetinde
olduğunu belirtecekler. Hükümet anayasaya karşı gelerek sıkıyönetim ilan
edecek. Bütün tarih boyunca uzaylılar, din, büyü, cadılık, okültizm ve çeşitli
gizli topluluklar yoluyla insanoğlunu kontrol ve maniple etmişlerdir. Resmi
hükümetler tamamen uzaylılar tarafından aldatılmışlardır. Onlar bizi kölelik
boyutuna indirerek, tamamen insan türünü yok etmeye kadar gidebilirler. Eğer
köle olmazsak bizi bile yok edebilirler.” (Gizli Hükümet kitabı 1989)
Kendimi
tanıtıyorum; ben bir enkarne varlığıyım, sizin gibi… Ve bu gezegende yaşamaktan
gurur duyuyorum. Burada özgür irade etkilidir ve bir dolu bilinç şu anda hızlı
bir şekilde yükselmektedir. Bendeki bir sürü sırrın gözümde hiç değeri yoktur
ancak sizlerden bazıları için birtakım hayatları yok etmek, onları öldürmek
gibi, hırsızlık yapacakları kadar değerlidir. Onlara bir çift sözüm var; daha
fazla hayat çizginizi ağırlaştırmayın ve daha fazla aramayın. Bugün bu sırlar
büyük bir kitleye açık olacak ve eskiden olduğu gibi gizli karanlık gruplara
ait olmayacaktır. Karanlık gruplara gelince, umarım ki bir gün büyürler ve gerçek
bilgeliğe götüren yola rehberlik yapmaya çalışmadan önce birbirlerini daha
fazla sevmeyi öğrenirler. Bu
sırları saklamak uğruna kaç hayat yok oldu ve kaç kurban verildi. Bu
üçkağıtçıları korumak amacıyla ne kadar çok enerji tüketildi, buna rağmen kaos
dönemi sonuna gelmektedir artık. Dünya, bu gezegene düşmüş ve sürgün edilmiş bu
astral hayvanının pençesinden kendini kurtarmak için bir mesihi veya
kurtarıcıyı beklememekte, bu büyük komplonun temsilcilerinin hizmetine
girmekten bıkmış olarak gün geçtikçe git gide uyanmakta. İpler o kadar kalın
ki, zaman içinde göz önüne çıkmakta. Sadece Avrupa’yı ele alırsak, her sene politikacıların
çeşitli olaylardaki rüşvet skandallarının ortaya çıkması, bu gezegendeki bazı
işlerin idarecileri hakkında büyük şüpheler duymamıza neden olmakta. Mesela
idari evrakların yanması... Kanla bulaşan (AIDS) hastalıklar skandalları, deli
dana olayı, kolektif bir sorumluluk… Ama sorumlusu ortada yok. Biraz daha
zorlarsak gerçek suçlu halk bile çıkabilir. Bakanlarınız ve idarecileriniz her
türlü şüpheden 99.9 temiz çıkmakta. Bütün bunlar size, sisteminizin şaşırtmaca
ve sapıklığının çok basit bir açıklaması. Dünyanız, etoburların kileridir.
Cumhurbaşkanlığınız ve idarecileriniz, bazen kendileri dahi bunu bilmese de onların
ortaklarıdır. Birçoğunuz
gibi, evrensel bir varlığın gelişmesinin çeşitli evrelerini çok iyi biliyorum
ve biliyorum ki eğer senin gibi birisini, bir insanı kullanırsan, yukarıda seni
yargılayacak kendinden daha büyük bir
yargıç yoktur. Bunu kendine sen yapacaksın. Bunları çok iyi biliyorum çünkü ben
de eskiden Gina’abul olarak adlandırılan astral hayvandım. Ve çok yıllar önce
onunla beraber bu yabancı dünyaya, gezegeninize geldim. Biz buraya Uras
diyorduk. Astral hayvanların bir kısmı artık benimle işlerinin bittiğini
düşünüyorlardı ama hiç de öyle değil. Ben bir kahraman değilim, bir Mesih
değilim. Sadece doğru zamanda buradaydım. (veya kötü zamanda) Bu grubun çeşitli
elemanları bana hain diyecekler; çünkü bizden olana ihanet edilmez. Türlü
farklılıklarımıza rağmen eğer ortak bir düşmanımız varsa Gina’abullar beraber
mücadele ederler. Ancak Anunna olarak adlandırılan üçkağıtçı Gina’abulların
bilmediği ise benim artık onların gerçekliklerinden ve ırklarından tamamen
kopmuş olduğumdur. Bugünkü organizasyonlarını ve stratejilerini tamamen
bilmiyorum fakat en ufak sırları bile hafızamdadır. Size tüm bu sırları artık
açıklayacağım çünkü sizi gizlice idare edenleri daha iyi anlamanız gerekmekte. Gina’abulların
baskın bir kısmının ortak düşmanısınız. Fakat öyle verimli ve gereklisiniz ki
her şey çok önceden ayarlandı; sizi günlük
hikayelerle ayakta uyutarak, sanki kendi hayatınızı kendiniz idare
ediyormuşsunuz havasını veriyorlar, köle bir vatandaş gibi… En sinsi şekilde
sizi öyle binlerce yıllık bir sisteme dolamışlar ki bu nedenle hala Tanrıların
bahçesinde yaşayan eski zamanlardaki kadın ve erkek pozisyonundasınız. Dev
kilerin, uysal, kör ve üretici çiftçilerisiniz. Bu üçkağıtçılar, sistemlerini, sizin Reptilian
beyninize (sürüngen beyin) göre uygulamakta. Eğer memeli beyniniz üste çıkarsa,
(duygusal faaliyetlerin merkezi) bu varlıklar için bir yatırım olmaktan
çıkarsınız, çünkü beynin bu kısmı hesap yapmaz. Bilin ki sadece günlük
verimliliğiniz ve oradan kazandırdığınız kazanca göre değerlendiriliyorsunuz.
Eğer ola ki bir gün memeli beyniniz üste çıkarsa ve onların beklediği gibi
artık topluma hizmet etmezseniz bu rejimin de dışına çıkmış olursunuz. Yani bu
gezegendeki bütün ülkelerin ortak mantığının dışına…. Böyle bir durumda sistem, otomatik olarak sizi aşağılayacaktır.
(Not: Bildiğiniz gibi insan beyni üç
seviyeden oluşur. Sürüngen beyin, memeli beyin ve neokorteks bölümü. Reptilian
beyin ilkel primitif yapıdadır ve ona paleokorteks de denilir. Bu sürüngenlerle
aynıdır. İçgüdü, refleks, ancak duygusuz
refleksler ve ani çıkışlar, yani hayat kalma beynidir bu. Harekete geçme hızı
anidir ve memeli beyne göre 3 katı daha tetiktedir. Neokortekse göre de otuz
kat daha hızlıdır. Sürüngen beyinden ikinci kitapta daha çok bahsedeceğiz.)
Sizden nefret edecek ve idari işlere
bunu bırakacaktır. Dünyalı köylü yavaşça uyanmakta ve çok yakında çok zor bir
seçim yapmak zorunda kalacaktır. Yeniden yılanın (nahashe) sözüne mi inanacak,
yoksa gezegendeki komploya ortak olan temsilcilere mi kanacaksınız? Irak
toprağı “Diranna” olarak adlandırdığımız yıldız kapılarıyla doludur. Gezegendeki
bu bölgeye yerleşmemizin tek sebebi budur. Sadece orada 25’e yakın kapı
mevcuttur. Yoğunlukları değişmektedir. Bu dünyada çok büyük ve tamamen istisnai
bir durumdur. Akadien mitolojisinin de doğruladığı gibi (Atrahasis efsanesi) Dicle
ve özellikle Fırat’I bizzat açtık ve bu kilit önemdeki bölgeyi tatlı sularla
besledik. Bu yerleşimlerin pek çoğu muhteşem şehirlere dönüştü ve ilk
hükümdarlığımız bu bölgede oluştu. 25 Kapının içinde körfezdeki 7 kapı da
bulunmaktadır. Bugün onlar denizle kaplanmıştır. Eskiden, sulara gömülmeden
önce bu yedi kapı, Amerikan askeri güçlerinin elinde tutuluyordu. Bağdat
Abu-shareaine (Eridu) Niffar (Nippur), Tellal-Muqayyar (UR) veya Babil gibi
şehirlerde “dirannalar” vardır. Asur’cada Babili (veya tekil olarak Babilu)
Sümercedeki karşılığı ise Ka-diure , tanrının kapısı ve Eu-An-Na, ikisinin gücü
ya da kontrolü demektir. Ancak Babili, Sümercede Ba canlı varlık veya kehanet,
Ab açılış-pencere, İli taşımak, yükseltmek. Yani Ba-ab-ili, canlıları taşıyan
açıklık anlamına gelmektedir. Burada Arapçada Babel’in tam olarak tercümesi,
Tanrının kapısıdır. Babil’in yıldız kapısı, bu bölgenin en önemlisidir ve
astral hayvan tarafından da en çok kullanılanıdır. Bir Diranna’yı uygun olarak
kullanabilmek için ona uygun bir uzay aracına sahip olmalısınız. Aynı zamanda
yönünüzü çok iyi hesaplamanız için de bir program gerekir. Bu aynı gezegen
üzerinde başka bir kapıya da gidebilir ya da başka bir gezegene de
gidebilirsiniz. Neticede Diranna’yı çok hızlı geçmelisiniz, yoksa hiçbir etkisi
olmayacaktır. Ya da dünyaya paralel olan evrenlerden birinde kaybolabilirsiniz.
Bu, kur-bala, kur-gal olarak adlandırdığımız alt seviyelerde de olabilir. Uygun
hıza ulaşıldığında süpersonik ses mutlaka duyulacaktır. Biz böyle yapıyorduk ve
antik Babilon döneminde de bu aynen geçerliydi. Sonraki iki alıntıda da göreceğiniz gibi, çıkan süpersonik sesleri ve
uçan araçları, uçan ejderhalara benzetiyorlardı.
Eski Babil yazıtlarından birinci Alıntı:
derler ki Babil kalesinin etrafında ve bu antik Babilin çölünde dev ejderhalar
yaşarmış. Sesleri ve kükremeleri insanları korkuturmuş. Speculeume, Naturale
D.Vincent Deauvais… İkinci bir alıntı, “ ve duyuyoruz, Babilden gelen bir ses,
bir titreşim, öyle güçlü ki Akilon tarafından dünyayı sarsar kadar güçlü.
Yahudilerin yaşadığı Jüde bölgesindeki Yahudi halkı öldürüldü,bütün şehirleri
yalnızlığa terk ettiler ve insanların yerine ejderhalar yaşar oldu.” Jerome
Commentant isasiam.
(Not: Uçan ejderhalar, dünyadaki
birçok geleneğe göre (mezopotomya Amerika Hindistan Afrika Avustralya Çin
Japon) tanrıların bir hayvan şekli aldığını ve kanatları sayesinde gökte
seyahat ettiklerini anlatırlar. Onları ejderhalara veya uçan yılanlara
benzetirler.)
Her gezegenin bir Diranna’sı vardır. Diranna’lar
direkt olarak zamanın olmadığı tünellere açılırlar. Ve herhangi bir kişiye bu
evrende hareket ve seyahat imkanı sunmaktadırlar. Bu vortekslerde zaman kavramı
yoktur. Bir nevi evrendeki otobanlardır. Bu hikayede de göreceğiniz gibi bu
yıldız kapıları bize evrende çok büyük bir mesafe kat etmeyi sağlıyordu. Bir
gezegenden bir diğerine gidebiliyor, göz açıp kapayana kadar dünyada çok geniş
alanları gezebiliyorduk. Güneş sisteminizde yer alan büyük savaş esnasında
gezegeninize inmemizi sağladı. “Gigirlah” sayesinde hareket ediyorduk. (Gigir-lah,
Sümercede ışıldayan tekerlek) sizin için bunlar uçan daireler. Dünyanın
efsanelerine göre bu araçların bir çok egzotik ve çeşitli tanımlamaları vardır.
Alıntı: “tanrılar tanklarını
hazırlıyorlardı. Jastabi (savaş tanrısı) tankının üstüne atlayarak bütün
tankları bir araya topladı. Bir şimşek sesiyle beraber denize doğru yöneldi.”
3.Tablet Huritteullihummi şarkısı, Kuzey Suriye.
Alıntı: “Bir ses duyuyoruz bu oval
bölgeden. Büyük Tanrı onların önüne geçerken sanki fırtınalı bir gökyüzündeki
şimşek sesi gibi. “ Amduat (3.thumetmosis mezarlığı Mısır) Mumyalanmış bir Tanrıça uçan bir yılanın
üzerinde yıldızlara doğru seyahat eder. Metin, Tanrıçanın saatleri aldığını ve
yıldızları yuttuğunu belirtiyor. Bu da çok net bir şekilde uzak ve zamandışı
bir yolculuğa gidildiğini belirtmekte. Birçok kültürde Tanrıların gökyüzünde,
kanatlı dairelerle uçtuğunu anlatır.
Alıntı: “İşte şimdi vara (rüzgar)nın
büyük tankı onunla gelmekte ve gürültüsü de şimşek gibidir. Işığa gururlu bir
kırmızı renk vermekte ve dünya üzerinde onu döndürmektedir.” Rigveda-Hindistan
Alıntı “İşte Yahve ateşler içinde
geliyor ve tankları da kasırga gibi. Kızgınlığını sakinleştirmek için ateşten alevler saçmakta. Çünkü ateşle
Yahve kendini hakim yapar ve kılıcıyla
bütün canlılardan kurban almıştır.” İncil- Ortadoğu
(Not: Yahve’nin yani İncil’deki
Tanrının ne kadar sevgi ve huzur dolu olduğunu görüyor musunuz? Size İsaiye
kitabını okumanızı öneririm. Böylece Tanrının kurallarına saygı gösterilmesi
için nasıl da insanoğlunu korkutmuştur. )
Alıntı: “KAchinalar çok hızlı hareket edebilirler.
Hızlıca yer değiştirebilirler ve bu cümleyi söylerken çok uzun mesafeleri kat
edebiliyorlar. Araçları manyetik güç sayesinde uçmaktadır. Bunu dünyanın
çevresinde dolaşırken de uyguluyorlar. Eğer bir sukabağını ikiye bölersek, bir
kupa elde etmiş oluruz. Eğer onları birleştirirsek eskiden kullanılan araçların
şeklini buluruz. Hopilerde, biliyoruz ki bizlerden bazıları da bu araçlar da uçtu
ve biliyoruz ki bunlar başka ülkelerde de kullanıldı.” Arizona’daki Hopi
Kızılderilileri – Beyaz Ayı
11
Eylül 2001 sadece Irak’a karşı yeniden savaşa girme fikrini ortaya koymadı aynı
zamanda Bush idaresinin füzesavar kalkan projesini, yani eskiden Star Wars
olarak adlandırılan projeyi de yeniden başlatmasını sağladı. Projenin başlatılma
tarihinden itibaren (1983) Amerikan vatandaşları 70 milyar dolardan fazla para
akıttılar. Bu füzesavar savunma sisteminin çeşitli versiyonlarının
geliştirilmesine bağlı araştırmalar içindi. Ve savunma sektöründeki büyük
şirketler bu sayede dev miktarlarda paralar kazandılar. Birkaç yıldan beri
bahane aynıdır; terörizm. Amerikan hükümetine göre serseri devletler (Kuzey
Kore, İran, Irak) 2002 yılından beri uzun menzilli kıtalararası gidebilecek
balistik füze yapma imkânına sahiptiler. Gerçekte, şok ve şaşkınlık operasyonu
içinde bu ülkelerden hiçbiri Amerika kıtasına bin km. yakınına gelme
kapasitesine sahip değillerdi. Amerikan hükümetinin tahminleri, ateşli
açıklamaları ve göya ispatları uluslar arası topluluklar tarafından tepki
görmüştür ancak 2003’teki Irak’ın kanlı işgalini de engelleyememişlerdir. Uluslararası
terörizm iyi bir yöntemdir. Çünkü onu dünyaya yayma imkânınız vardır. Bunu da
çok ustaca, dünya çapında bir güvensizlik ortamı yaratarak Müslüman halkların
da hakaret görmelerini de böylece sağlamış oldular. Ancak insanlık aldanmasın,
terörün saltanatı Amerika’nın da popüler bir ülke olmadığını göstererek ayakta
kalabilir. Böylece bütün dünya toplu bir korku içinde bulunarak aşırı silahlanmayı
ve ultra teknik savunma araçlarını da kullanma hakkını doğurmuş oluyor. Bu
silahların bazıları çok çok gizli. Peki tüm bunlar ne için? Burada
bilgisayar sayesinde tüm gezegendeki insanları kontrol altında tutmak değil
sadece amaç;( internet, telefon, sigorta, banka, sosyal güvenlik, posta vs.) bilimkurguyu
aratmayacak şekilde,teknoloji sayesinde size hükmetmek!.. Eskiden Star Wars
olarak adlandırılan füzesavar kalkanı (aslında gerçek Fransızca tercümesinde bu
yıldız savaşları olmalıydı. Bu isim çok resmi olduğundan değiştirilerek Ba(balistic
misil defense) ve son olarak da NMD yani nasyonal misil defans adını almıştır.)
Bugün bu oyuncak resmi olarak iş görmemektedir. Ancak Amerikan kamu fonunda iyi
para gömmüştür. Bu kalkanın amacı, Amerika kıtasını
ve müttefiklerini terörist bir saldırıya karşı korumaktır. 80’li yıllarda
Reagan döneminde bu kalkan, dışarıdan gelebilecek olan saldırılara karşı tek
savunma sistemi olarak öngörülmüştü. Birçok kişi o zaman bu açıklamaya
gülmüştü. Ancak bugün bu gezegenin karanlık hükümeti sayesinde görüntüyü
kurtarmak için “terörizm” kullanılmaktadır. Füzesavar kalkanının gerçek amacı
halen aynıdır; birkaç on yıl içinde ortalık siz farkına varmadan
askerileşmiştir. Dünya’nın karanlığın kontrolü altında olduğunun sebebini
anlayabilmeniz için dünyanın karantinada olduğunu anlamanız gerekiyor. Mavi
gezegene astral hayvanların geldiğinden beri çok eski atalarınız, bu gezegende
gene orijinleri yabancı olan bir elitin hizmetinde olmuşlardır.
Gezegenin
her köşesinden gelen efsaneler, Bu Tanrıların despot olduklarını ve
atalarınızın da onların kızgınlıklarını yatıştırmak için durmadan adaklar
sunduklarını anlatır. Bu hikâyede açıklanacak nedenlerden dolayı astral
hayvanlardan bir kısmı bu dünyaya gelmiştir. Bu yerleri sahiplenmiştir ve
topraklarınızdan pek çok zenginlik çıkarmışlardır. Astral hayvanlardan birçok
kısım (gerçek adları Gina’abul) bu gezegen ve yaşayanları hakkında çok ciddi
anlaşmazlıklar içindedirler. Bu konuyla ilgili birbirimizi öldürdük ve siz de
bundan zarar gördünüz. Gina’abulların büyük çoğunluğu ve özellikle Anunna
olarak adlandırılan alt ırk, başka gruplarla sürekli çatışıyorlardı ve diğer
gruplar da bu dünyadan değillerdi. Bu dünyadan olmayan diğerleri, bu evrenin
planlamacılarıydı ve adları Kadistulardır. Her şeye rağmen hepimiz burada
kaldık, çünkü hayat daha kolaydı ve diğer bir neden ise Kadistuların
müdahaleleriyle git gide çeşitli kolonilerimize geri dönüşümüz
imkansızlaşmasıydı. Binlerce yıl boyunca Anunnaların
engellemelerine rağmen atalarınız gizlice Kadistularının ve burada sıkışıp
kalmış bizlerin de bir kısmının desteğini almışlardır. İnsanoğlu zorlukla da
olsa biraz özgürlüğe benzeyen bir duruma sahip olmuştur ama her zaman Gina’abul-
Anunnaların kontrolü altında kalmışsınızdır. Bugün bile durum değişmemiştir. Halen
üzerinizde baskıları vardır ve halen yozlaşmış sistemlerine hizmet
etmektesiniz. Bunların hepsi gezegendeki ultra gizli bir hükümete bağlıdır ve
sizinle de dünyadaki çeşitli kaynaklarla monopoly oynarcasına oynamaktalar. Bütün
bu binlerce yıl boyunca peşpeşe gelen savaşlar ve çatışmalara baktığımda Gina’abullar
arasındaki kavganın henüz bitmediğini görüyorum. Bugünkü amaç şöyledir; kendi
çocuklarının desteği ve diğer sahtekâr ortaklarıyla gizlice çalışarak değerli
tutsaklarının kontrolünü kaybetmek istemiyorlar, yani sizin. Siz onlara sadece
yaşamaları için ihtiyaç duydukları malzemeleri üreterek destek olmuyorsunuz,
aynı zamanda kolektif egolarını da şişiriyorsunuz ve sizin frekanslarınıza
bağlanmalarını da sağlıyorsunuz. Siz olmasanız onlar bu gezegende varlıklarını
sürdüremezler. Daha geniş olarak 2. Ve 3. Kitapta anlatacağım. Buna ek olarak bu
göç edilen dünyada tek başlarına yaşayamazlardı çünkü evrendeki hiçbir yerde
böylesine suçlu varlıklar barındırılamazlardı. Yani Gina’abullar bu güneş
sistemindeki dünyaya yerleştiler ve herkese karşı savaştılar. Şu 200 yıl içinde
teknolojik gelişme dev bir adım atlamıştır ve bu tamamen anormal bir
fenomendir. İnsanlık tarihinde böyle bir şey görülmemiştir. BUyrada insan türü
garip bir şekilde ilham almıştır. Astral hayvanın kötü ve baskın kısmı,
varlığını gizlemeyi becermiş ve sizin uyanışınızı kontrol altında tutmak için
bu teknikleri sinsice kullanmıştır. Birkaç saniye 11 Eylül 2001 olaylarının
politik olarak şekillenmesine bakalım; özellikle Amerikan iç güvenliğine, burada
biraz zaman ayırmak önemlidir çünkü bu Amerikan reformları önümüzdeki yıllarda
tüm dünyaya yayılacaktır. 11 Eylül olayından tam bir yıl sonra Amerikan
hükümeti CIA ve güvenlik bölümlerinin manevra alanlarını genişletecek kanunları
kökten değiştirdi. Böylece vatandaşları üzerinde tamamen kontrolü ele aldı. Bu
tedbirlerden bir kısmını siz de görün;
1-USA patriot AC’ın kabulü 2001 ekim
ayında bu yeni kanun Amerikan toprakları üzerinde teröristleri harekete
geçmeden engellemek ve cezalandırmak içindi. Kanun, internet sayesinde vatandaşları
izlemekte, telefonları dinlenmekte ve banka hesaplarını inceleyebilmektedir.
2-İç
güvenlik: Başkan Bush’un isteği üzerine iç güvenlik bütçesi 2 katına
çıkarılmıştır ve 19 milyar dolardan 37.7 milyar dolara yükselmiştir.
3-Askeri
bütçe: daha önce de bahsettiğimiz gibi Amerikan bütçesi bir yılda 13 milyar
dolar artmıştır.
4-yabancıları denetleme sistemi: Amerikan topraklarına her yıl
gelen 35 milyon yabancıyı izlemeyi sağlayan bir sistem. Çok büyük, devasa bir
bilgisayar sistemi hakkında fazla bir şey bilmiyoruz ama resim ve dijital
parmak izi bu sınırlarda alınmakta ve çok sık denetleme yapılmaktadır. Zaten
artık havaalanından çıkmasanız bile aktarma yapmak için Amerikan vizesi almanız
lazımdır. Şu satırları yazdığım sırada yabancılara elektronik çip takma fikri henüz
kabul edilmemiştir.
(Not: emimim
ki duymuşsunuzdur, bu gezegendeki gizli ve karanlık hükümetin en önemli
projelerinden bir tanesidir ki, o da bütün dünyadaki insanlara elektronik çip
takmak! Ve bunu da sanki git gide teröristlerle dolu güvensizlik ortamına bir
çare olacakmış gibi göstererek yapacaklar. Uydular sayesinde vatandaşlar hemen bulunacaktır. Bu elektronik çip tamamen
sahtekarlıktır ve kabul edememelidir. Onun sayesinde sizi istediği gibi izleme
şanısına sahip olacaktır. Bu bir bilimkurgu değildir. BU sizin hayatınızdaki
kredi kartları, sağlık sigortası numarası, sigortalarınız, bankanız,
postaneniz, taşıma araçları kartlarınız, internet vsnin bir parçasıdır.
İstemeseniz de hepiniz fişlenmiş durumdasınız. Bu evrensel çiplemenin amacı
size ait olan bütün bu çeşitli numaraları tek bir tanenin altına toplamaktır.
Zaten bankaların giderek çek defterlerini de kaldırmak istemesi planın bir
parçasıdır. Bu tek numara sayesinde her şeyi yaparsınız ve onsuz hiçbir şey
yapamazsınız. BU gizli hükümetin diğer planı nakit parayı da yavaş yavaş yok
etmektir. İnsanoğlunu kullananlar, onları hayvanlar gibi damgalamak üzerinizde
tamamen kontrolü sağlamak istiyorlar. Zaten ev hayvanlarına çip takılmakta bu
da sizi alıştırmak için yapılmaktadır. Yerleştirilmeye çalışılan yeni dünya
düzenini yani bu yeni sistemin köle vatandaşları olmanızı istiyorlar. Avrupa
ekonomik krize doğru hızlıca ilerlemekte bu da Avrupalının, kendisine verilecek
olan kodlanmış özel rakamını kullanması içindir. Bu sanal para çağı olacaktır
ve bu yeni sistemin görünmez parasıyla yaşamak zorunda kalacaksınız. Numarası
olmayan tamamen dışlanacaktır. Bu da bize incilde bahsedilen kısmı hatırlatır,
apokalips bölümü “manevraları sayesinde (astral hayvanın gizlice bozduğu
sistem) hepsi küçük ve büyük, zengini fakiri özgürü kölesi, sağ eline ve alnına
damga yiyecektir. Ve hayvan adına damgalanmayan veya onun adındaki rakamı
almayan hiçbir şey satıp alamayacaktır.” Bundan birkaç yıl önce hayvanın rakamı
666 ortaya çıkarılmştur. Satışa sunulan ürünlerdeki kodlama sisteminde onu
buluruz. Bütün barkodlar aynı şekilde 3 tane 6 ile kodlanır ve 3 çift
uzunlamasına çizgiyle belirlenir. Bu kodlama sisteminin yaratıcıları teknik bir
düzen için bunun gerekli olduğunu ifade etmişlerdir ama niye 6 yerine başka bir
rakam kullanılmamıştır? Bu sayede, gezegendeki bütün ürünlerde 666 rakamı
bulunmaktadır. Bu gaspçılar ve üçkağıtçı hükümetler sembolizmi severler ve bunu
bize 3 tane www. İle göstermişlerdir. İbranicede (waw veya wau) w’nun numerik
değeri 6’dır. İnternetin bu fantastik evrenine girebilmek için siz hep bu www.
Yani 666’yı kodluyorsunuz. Waw işareti bir çengeli temsil eder. Yahudi Kabalası
bu waw’ın kutsal varlığın ayrılmasını yani boşluğu temsil eder. Yani wa
duygular ve arzular üzerinde etki eder. Daha bitmedi; waw İbranicede aynı
zamanda göz ve kulağın da sembolik anlamıdır. İnternetteki gizli anlamı da bize
açıklamış oluyor. Bu da karanlık hükümetin hayatınıza internet sayesinde sizin
isteğiniz dışlında ve saygısızca, hayatlarınızda neler olduğunu görme şansına
sahiptir. Dünyanın globalleşerek informatik yayılması, açık bir şekilde
insanlığın tamamen köleliğini sağlamaktadır. (İngilizce web terimi, örümcek ağı
demektir.) Bunun yanı sıra İbranicedeki waw astrolojik olarak Başak burcuna
denk gelir, bu da apokalips'teki hayvana eşlik eden o meşhur fahişedir. 2 ve 3. Kitapta
hangi anlama geldiğini daha iyi anlayacağız. Ancak insanoğlunu maniple etmek
için kadın gücünü ters bir şekilde nasıl kullandıklarını da burada açıklayayım.
Barkod ve çip konularını kapatmak için rfid (radyo freqancy identification)
çipinin gelişimini de not edelim. Bu, anteni olan akıllı elektronik etikettir.
Verileri kaydederek sizin aleyhinize kullanabilmektir. Bu minicik çip, herhangi
bir maddeyle temasa geçmeden bütün bilgileri okuyup sonra da aktarabilir.
Böylece ürünlerin izlenebilirliğini geliştirmek ve taklidi ortaya çıkarabilmek
için kişileri takip edebilir. 2004’te bazı kullanıcılar eğlenmek için euro ve
dolar kağıt paraları mikrodalgada yakmışlar, içinden bu rfid çipi çıkmıştır. İzlenebilirlikle
ilgili ve bütün sizin hareket ve olaylarınızı inceleme konusunda en iyi ispiyoncular
sizin cep telefonlarınızdır. Hiç dikkat ettiniz mi, her yıl cep telefonları
sayesinde ne kadar olay ortaya çıkıyor. Araştırmacılar nerden çıktığı belli
olmayan, muammalı görüşmeleri polise yardımcı olmak için ortaya çıkarmaktadır.
Bu da demektir ki bütün konuşmalarınız kayıt altında tutulmaktadır. Gsm
operatörleri de bilgisayarlı kayıt sistemi kullanır ve hükümet ve
organizasyonlara bu bilgileri verebilirler. )
5-Yabancılar için özel askeri mahkemeler. Terörist faaliyetten şüphelenilen yabancılara yönelik mahkemeler. Bu mahkemelerin yanı sıra Amerikan adaletine hiçbir ispat göstermeden yabancıları ve illegalleri gizlice ve süresiz tutuklamalar içerir.
5-Yabancılar için özel askeri mahkemeler. Terörist faaliyetten şüphelenilen yabancılara yönelik mahkemeler. Bu mahkemelerin yanı sıra Amerikan adaletine hiçbir ispat göstermeden yabancıları ve illegalleri gizlice ve süresiz tutuklamalar içerir.
6-FBI’nin yeniden
yapılanması. Bu yapılanma sayesinde FBI, Amerikan topraklarında güçlü
ispiyonlama, denetleme ve bilgi alma operasyonları yapabilecektir.
7-Vatandaşları
ihbar etme projesi. 2002’de Tips olarak adlandırılan bu sistem, 2003 de Talon
sistemi olarak değişmiştir. Askeriyenin denetlediği bu yöntem ihbar ve
ispiyonlamayı teşvik ederek şüpheli faaliyetler ve tehditlere karşı hükümete
ihbar etme projesidir. Bütün bu bilgiler tek bir bilgisayarda stoklanmaktadır
ve adı da TALON’dur. Talon Fransızca "pençe" anlamına gelir. Karanlık hükümet ve
Amerika sayesinde bu dünyayı asıl yöneten sahtekarların paniği sizin
uyanmanızdır. Bugün binlerce yıllık komplo yarı yarıya ortaya çıkmıştır.
Birçok eser verilmiş, film yapılmış ve basında makaleler yazılmıştır. Bilginin denetimi, onların
en büyük yöntemidir. Aynı zamanda kendilerini rahatlatmak için de akıllı, kurnazca bir yöntemdir. Her gün size durmadan basında verilen bildirilerin yanı sıra birkaç tane de karanlık gerçeklerle
ilgili sızıntıya da göz yumuyorlar. Kendiniz karar verin. Devlet, bağımsız
idarelere egemenliğinden bölümler vermektedir, para, bütçe, sanayi politikası,
medya, enerji, aynı zamanda vatandaşlık hakları….Bu sektörde karar mercileri stratejik
noktalara tanınmayan uzmanlar yerleştirirler. Bakanlar, hükümetler geçicidir,
karar mercileri ise kalıcıdırlar ve bir hükümetten diğer hükümete onlar hep
kalırlar. Ulusal hükümetler ekonomik manevralardan yoksun kalırlar. bütün güç
kimdedir? Merkez bankalarında mı? Bu sözler Ağustos 2003de basında yer
almıştır, bunları hiç gördünüz mü? Eğer gördünüzse tepkiniz ne oldu? Sizin
tarafınızdan güya seçilen bu kuklalar acaba gizlice kimlere hizmet
etmektedirler? Bir çok yıldan beri bilinmektedir, Eylül 2001 de "historia" dergisinde de yer almıştır; Hitler, Amerikan şirketleri tarafından finanse
edilmekteydi. Hiç bundan bahsedildiğini duydunuz mu? Televizyonda 2.dünya
savaşı esnasında ve ondan önce Amerikan sanayicileri Ford veya Standart o dönem
için 8 milyar dolar yatırım yapmışlardır Almanya'da. Amerikan firmaları
ekonominin büyük bir kısmını finanse etmişlerdir ve özellikle Nazi silahlanmasının hiçbir
şirketin, merkez bankasının onayı olmadan karar alamadığını bildiğinizde bu
sizi şaşırtmaz mı? Amerikan hükümetinin savaşı ve ölümü, iyi vatandaşlara karşı
finanse ettiğini gayet iyi biliyoruz. 1982'de Amerika birkaç milyar dolar
Irak’a, İran’a karşı silahlansınlar diye, sonra da İran’a, Irak’a karşı
savaşsınlar diye vermişlerdir. 2000 ve 2001 yılları arasında Amerikan
hükümeti Afganistan'daki Talibanlara 245 milyon dolar vermişlerdir. Bu
bonkörlüğün amaçları konusunda sizi düşünmeye davet ediyorum.
(Not: TALON, Bu dev bilgisayar,
Brüksel ve Amsterdam’da bulunan ikiz kardeşlerine bağlıdır. Her bilgisayardan
biri 3 kat üzerine kuruludur ve tek başına programlanma kapasitesine sahiptir. Ya
amaç? Britain, US world Company, bütün dünya ticaretini de idare etmesi
demektir. Aynı zamanda da tamamen onun kontrolü altında olmanızdır. Sonunda
euro yok olacaktır, şu anda da dolarla eşittir. Sonra da tek bir para birimi
yaratılacaktır. Bu da bir merkezde toplanacak ve tek bir otorite tarafından
idaresini sağlayacaktır. Sarı kitap no 6, bize 666 rakamı ile ilgli 2 çok
önemli bilgi verir; Yunan alfabesini Pisagor’un hesabına eklersek (a=1,b=2,c=3
vs. ve sonra 6 rakamıyla çarparsak yani a=6, b=12,c=18 vs. ve bu rakamları
computer kelimesine kodlarsak 18+90+78+96+126+120+30+108) 666 rakamına ulaşıyoruz.
Aynı şekilde Yunancadaki Miessias, onda da 666’ya ulaşıyoruz. Bu da bazı
ezoterikçiler olarak mesihin aslında dünyayı kurtaran kişi değil, bu sisteme
bağlı, antiisacı olarak dünyayı kaosa sürüklemek istediğini belirtir. )
2.Dünya
savaşından bahsetmişken Alman silahlanmasında Amerika’nın bu gizli desteğinden
söz etmiştik, albay Curtis Dali, başkan Roosevelt’in damadı, 1980de Des Griffin
tarafından da yayınlanan “Descent in to Slavery” de hikaye, George Earle komutanının
1935-39 tarihlerinde Avusturya’da Amerikan elçisi ve 1940-42 yılları arasında da
Bulgaristan elçisi olmasıyla ilgili. 1943 Baharında İstanbul’da Roosevelt’in
özel deniz kuvvetleri ataşesi olduğunda George Earle, Alman gizli servisleri
şefi olan amiral Wilhelm Canaris ile karşılaşır ve Almanya’nın İngiltere ve
Amerika’nın istemiş olduğu şekilde, şartsızca teslim olmaya henüz hazır
olmadığını belirtir. Ancak Amerikan sponsorlarıyla işbirliği yaptığı ve git
gide sıkıştığını gören Almanya, aslında Canaris vasıtasıyla Amerikan Başkanının
onlara, şayet kendisine onurlu bir istifa şekli önerirlerse, Almanya’nın
anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu söylemektedir. George Earle tam iyi
anladığından emin değildir. Bir süre sonra Alman elçisi Fritz Von Papen ile de
aynı şekilde bir konuşması olmuştur. Earle, bunun üzerine bu istekle ilgili Roosevelt’e
bir mektup gönderir ancak cevapsız kalır. İkinci mektup da yanıtsızdır. Almanya
bir kez daha gizli servis şefini göndererek Amerikan başkanının cevabı hakkında
bilgi almak ister ama Earle, ona bir cevap sunamamaktadır. Son bir kez daha Washington’a
çok önemli ve acil koduyla mesaj yollar yine de cevapsız kalır. İki elçi bir an
bile olsun Amerikan planlarına göre Almanya’yla kapitülasyonların asla
istenmediğini hiçbir zaman öngöremediler. Roosevelt savaşın bitiminden birkaç
ay önce 24 Mart 1945 de yani bu olaydan iki yıl sonra George Earle’ye bir
mektup göndererek bu olayı kesinlikle duyurmaması emrini verir. Uluslararası iş
vampirleri her zaman ölümü ve korkuyu yayarak bilgiyi de maniple ederek
arkanızdan iş çevirmişlerdir. Fakat git gide çember daralmaktadır. İşte bu
nedenle dünya hastadır ve yine bu nedenle halen bugün, tarihi ve insanoğlunun
menşeinin çevresinde hala sırlar bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğimizi gibi
İncil, birçok kitabın toplamıdır. Bir konunun itirazı, bütün hepsinin
sorgulanmasına sebep olacaktır. Aynı şey, dünyadaki sosyal,tarih ve insan
bilimlerinde de geçerlidir. Bu büyük yalan karşısında, türlerin gelişimi resmiyet
kazansaydı (keşfedilmesine rağmen) bütün sosyal yapı yıkılırdı ve sahtekârların
maskeleri de düşerdi. Buna hazır mısınız? Farklı bir yaşama hazır mısınız?
Kırmızı hapı mı alırsınız (gerçeği karşınızda görmek) veya mavi hapı mı (uyumaya
ve uysal, üretken köleler olmaya mı?)… Böylece tamamen uyuduğunuza emin olarak
ve “dışarıdan” kendini korumak için önlemler alarak hain Gina’abullar ve
onların uşak hükümetleri git gide tedbirlerini arttırarak, bu meşhur füzesavar
kalkanını da icat etmişlerdir. Bu çok gelişmiş kalkan, onlara hem tüm hareketlerinizi
denetlemeyi hem de dünyaya yabancı (planlamacı- KAdistu) herhangi bir gücün yaklaşmamasını
sağlamaktadır. Bu gezegendeki ultra
gizli hükümet için yeniden dışarıdan yardım almanız, küçücük bile olsa oldukça
sıkıcı olurdu. Özellikle küçük diyorum çünkü bu evrendeki planlamacılar hiçbir
zaman bu seride de açıklayacağımız gibi bu dünyada yaşayan bizlere direkt
olarak yardımda bulunmayacaklardır. Eğer yardım etmeleri gerekiyorsa her
zamanki gibi insanın vasıtasıyla bunu yapacaklardır. Ancak üçkağıtçılar hiçbir
zaman riske girmez ve kendileri dünyada fareler gibi toprağın altındadırlar.
Bir kısmı da güneş sisteminde saklanmaktadır. Planlamacılar, sizi kaybetmekten
korkmaktadırlar. Bu nedenle 16 temmuz 1969da kongre tarafından kabul edilen bir
Amerikan kanununa göre herhangi birinin uzaylılarla veya araçlarıyla temasta
olmaları bir yıl hapis ve 5000 dolarlık cezaya çarptırılacaktır. Bu kanunun
oylanması, kamuya açılmamıştır. NASA bu kanunun sadece uzaydan dönen
astronotlara uygulandığını ve güvenlik tedbirleri ve karantinayla ilgili
olduğunu açıklasa da tüm Amerikan vatandaşlarına da uygulanmaktadır. Ne
zamandan beri NASA astronotlarını uzaylılara benzetmektedir? Bana göre, Irak’a
bu kadar büyük askerin çıkmasının ana hedefi füzesavar kalkanıdır. Eğer
insanoğlunu kullananlar Amerikan hükümetiyle dünyayı izole etmek için bunca
emek vererek bir kalkan koyuyorlarsa, bu, dışarıdan herhangi bir yardımın
gelmeyeceğinden emin olmak içindir ve Irak toprağında özellikle bulunan yıldız
kapıları vasıtasıyla da hiçbir desteğin gelmemesini sağlamak içindir. Öyle çok
kapı var ki, bir gezegenin kapılarına sahip olmak o gezegeni ele geçirmek
demektir. Bu kapıları engellemenin birçok yöntemi vardır ve dünyadaki pek çok
yıldız kapısı da daha önceden Anunnalar ve işçileri Miminular (griler) tarafından
bloke edilmiştir. Çok iyi biliyoruz ki, birçok uzay aracı özellikle
askeriyeleşmiş alanların etrafında görülmektedirler. Örnek olarak NewMexco’daki
resmi, 1947 de iki tane uçan dairenin Amerikan üssünde Raaf yakınlarında
Coronna ve Socorro’da düşmesidir. Nevada’da bulunan meşhur 51.bölgeyi de
söyleyebiliriz. 1954ten beri çok önemli askeri bir alandır ve CIA ile Pentagon
hesabına gizli cihazlar yapılmaktadır. Bu bölge, UFO ve konvansiyonel olmayan
uçakların sürekli havada görüldüğü bir alandır. Ne zaman Amerikan askeri
güçleri yabancı bir ülkeye girse, barışın jandarması adı altında üsler
kurmaktadır. Tüm bu üslerin içinde tabii ki bazıları hassas bölgelerdedir, hem
askeri hem de ekonomik açıdan. Bugüne kadar dünyadaki tek ülke tarihte, Amerika
tarafından desteklenip de topraklarına üs yapılmasına izin vermeyen tek ülke
Fransa’dır. İkinci dünya savaşından beri Amerikan hükümetiyle düzenli olarak
oynamayı seven Fransa’nın ironik oyununu anlıyoruz. Irak savaşları sayesinde
Amerikan hükümeti Basra körfezine askesi üsler kurabildi. Yugoslavya’ya karşı
savaşırken Amerikan grupları Bosna, Kosova ve Makedonya’ya yerleşti. Amerika’nın
dünyaya yayılması kaçınılmazdır, çok iyi organizelerdir. Karanlık hükümetin
adına Amerikan askeri güçlerinin yaratmış oldukları Füzesavar kalkanı hakkında konuştuk, ancak gerçekten hangi
füzesavar kalkanından bahsediyoruz? Uzayda bulunandan mı, ki bunun yapımı 20
yıldan fazla sürdü (bugün resmi olarak çalışmadığı ve terk edildiği
söylenmiştir) yoksa yenisi mi? O da dünyaya yerleştirilen ve durmadan da
hatalar veren füzesavar. Adım gibi eminim ki bu sonuncusu ilkini gizlemektedir.
Bu sahtekârlık sayesinde giderek büyüyen uluslararası terörizm tehditleri
karşısında Amerikan savunma bütçesine düzenli olarak büyük miktarlarda paranın
akmasını sağlamaktadır. Daha bitmedi. Bundan daha tehlikeli bir Amerikan gizli
silahı da mevcuttur, bu da HAARP projesidir. Artık varolmayan bu projenin
arkasında yıllık maliyeti 30 milyon dolar olan tehlikeli bir silah
bulunmaktadır. Amerikan askeriyesi onu iyonosferde yapılan masum araştırmalar
olarak tanıtır. Bu sistem Alaska’nın güneydoğu bölgesinde bulunmakta ve yayın
yapan verici anten tarlasından oluşmaktadır. Kullanılan frekans bandına göre
çok yüksek, görülen ışığın hemen altında (2.8 ve 10 mhz.)veya çok düşük,
saniyede 0 ile 1000 (1khz). Bu sistem
dünyanın merkezini tarayabilmektedir. Hertzle olan herhangi bir iletişimi
durdurabilmekte, iklimleri değiştirebilmekte, atmosferde uçan herhangi bir
cihazı yakabilmekte, deprem yaratabilmekte ve atom bombası kadar güçlü
patlamalar yapabilmekte ve insan psikolojisini de etkileyebilmektedir. HAARP
Amerika’nın en önemli silahıdır. 1970 yılında, o tarihlerde NSA’da müdür olan
Zbignew Brezinski “between two ages” adında bir kitap yayınlayarak, iklimi
kontrol edebilme imkânını anlatmıştır. Bu çalışmada Brezisnki gizli yeni
savaşın askeri programını açıklamaktadır. Tamamen görünmeyen bir savaş…ve
amerikaya rakip ülkelerin çeşitli üretim sektörlerini iflasa götürebilecek
düzeyde bir gücü sahip... İklimi değiştirme tekniklerine göre ya uzun periyotlar
halinde kuraklık veya yağmurlar yaratılabilir. Pentagon’un üst düzey bir
memurunun açıkladığı Amerika’nın gizli stratejisi budur. Bu açıklamalar, 1977de
kabul gören uluslararası anlaşmayla onaylanmıştır. Anlaşmanın adı Enmod’dur. Bu
anlaşma, iklimi etkileyecek türden herhangi bir silahın geliştirilmesini
tamamen yasaklamaktadır. Fakat uluslararası kriz dönemlerinde garip bir şekilde
düzenli olarak ortaya çıkan iklim sorunlarını görebiliyoruz; mesela Aralık
1999da Fransa’nın GDO’lara karşı ve küreselleşme konularındaki itirazları
esnasında yaşanan yıkıcı fırtınalar neticesinde Fransız hükümeti GDO ve
küreselleşmeyle ilgili 180 derece dönmüştü. 2.Irak çıkartması konusunda Çin
hükümetinin desteğini almak için Collin Powel’İn ziyaretinden hemen sonra çok
şiddetli bir deprem de Çin’i sarsmıştır. Ayrıca 2003 körfez savaşında Amerika’yı
desteklemeyen Avrupa ülkelerinin ekonomisini cezalandırmak adına Haziran
ağustos 2003 aylarında Avrupa’nın yaşamış olduğu anormal sıcak dalgalarını da
eklemek isterim. Birçok bağımsız araştırmacıya göre dünyamızın ısınması yüksek
gaz emisyonuna bağlı değil, HAARP sisteminin yoğun olarak kullanımına bağlıdır.
1995-96 Yılları arasında, uluslararası serbest basın
ajansının (AIPR) Cebek’li gazeteci Sergei Monast, Amerikan çeşitli kurumlarının
geliştirmiş olduğu Blue Beam olarak adlandırılan alışılmadık projeyle ilgili
kendi vatandaşlarının ilgisini çekmek için birçok seminerler düzenlemiştir. Blue
Beam’in amacı genelleşmiş bir dünya krizi döneminde teknolojik imkân
kombinasyonuna başvurma kapasitesini sağlamaktır. ( Lazerle donanmış uydular
Satelit ağı, bütün gezegene çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar
yaratabilen, HAARP gibi elektromanyetik yapılar…bu kombinasyon atmosferi dev
bir projeksiyon ekranı gibi kullanarak, insanoğlunun tümüne direkt olarak hitap
edilecek, sentez veya gerçek kişi veya nesneler, hologram olarak gösterilecektir.
Uydu, lazer, bilgisayar ve elektromanyetik dalgaların birleşimiyle ve bunları sihirli
bir kullanım ile bilinçlere hitap etmek önemlidir; bunlar, halkı kolaylıkla ve
toplu halde aldatabilecek yani göksel bir virtüel gerçeklikle, bir “dünya şovu”nu
sergileme imkânı bulunacaktır. Önümüzdeki
yıllarda bu tür teknoloji kullanımını dışlamayın, çünkü bunun olacağını
göreceğiz. Amerikan hükümeti vasıtasıyla bu gezegenin ultra gizli hükümeti, kendi
korkularına ve gerçekliğine sizi hapsederek maniple eder. Korku yoluyla dünya
düzeni, istediği her şeye sizi inandırabilir ve özellikle size her şeyi
yaptırabilir. Euro ile ilgili yapılan düzenbazlığa bir bakalım; Avrupa parası
kabul gördükten tam iki yıl sonra yukarıdan kurnazca yönetilen panik, coşku ve
heyecan duyguları, birçok Avrupa ülkesinin yükselen genel ekonomisini gözden
geçirmiştir. 24 Ay içinde Fransa gibi bir ülkede git gide duygular ikileme
düşmüştü, bir yandan vatandaşların sırtından küçük karlar elde etme isteği
diğer taraftan da rakibinin kendisinden daha fazla iş yapması korkusu… Her iki duygunun yükselmesi, sanayiciler
ve ticaret yapanlardaki bu duygular, yaşam maliyetini yüzde 25-30, hızlı bir
şekilde arttırmıştır. Buradaki sahtekârlık çok ciddi boyutlardadır ancak kimse
bunları açıkça konuşamamıştır. Bir ülkenin ekonomisini yıkmak için ve zaten fakirler
ile zenginlerin arasındaki uçurumu iyice açmak için bundan daha iyisi yoktur. O
dönemden beri Fransızların,paranın değeri ile ilgili hiçbir kavramları
kalmamıştır. BU yüzyılın başında Dünya çapında terörizm hızla yayılmaktadır. Her
sene, bizi kuşatan garip ölümcül virüsler ve salgınlar gibi…
(not: 70-80 yıllarından beri ortaya çıkan ölümcül virüs ve
yeni bakterilerle ilgili söylenecek çok şey vardır. Aşılar çok pahalıdır ve ilaç
sanayinin de bundan bolca kar ettiğinin de altını çizelim. Aşılama, üçüncü
dünya ülkelerinin Batı ülkelerine bağlılığını teşvik etmektedir. Doktor Guylaine
Lanctot (medikal mafya 2002 Lanctot yayınevi Kanada) 1993te Cebek’te menenjite
karşı yapılan aşılama konusunda tanıklık yapmaktadır.
“93 aşılamasına tanıklık ettim. Beni özellikle etkilemişti
çünkü tüm bir nesili kapsamaktaydı (0 ve 20 yaş) bütün ve sadece Cebek… Salgın yoktu,
riski de yoktu. Epidemiyolojistler, bu konuda çok katilerdi. Bir değil, üç
farklı tür aşı yapıldı. Her biri, hedeflenmiş bir bölgede uygulandı. Bazı
hemşireler seçilerek özel bir aşı yapabilmeleri için onlara özel eğitim de
verilmişti. Bütün çocuklar bilgisayarlara fişlendi. Tüm çocukları aşılamak için
büyük bir baskı vardı. Okullar kliniklere dönüştürüldü. Aşı olmak istemeyen
çocuklar parmakla gösterilerek antisosyal, toplumdışı muamelesi görüyorlardı. Hemşireler,
çocuklarını aşılatmak istemeyen okul öncesi çocuklara sahip olan anneleri
avlamak için evlerine kadar gittiler. Bu küçüklerden bir tanesini kendi
gözlerimle gördüm. Anne onu aşılatmak istemiyordu, hemşire eve kadar gelerek
ona bu aşının mecburi olduğuna inandırdı. Anne kabul etti… Bugün, çocuk sakat. Fiziksel
(felç ve spastik) ve zihinsel olarak
tamamen sakat.”
Doktor Lanctot’a göre aşı, yok edilecek toplulukların
seleksiyonunu sağlamaktadır. Herhangi bir kişinin kalıtsal mirasına müdahale
imkanını vermektedir. Aşılama, hedeflenen soykırımları kolaylaştırmaktadır. Belli
ırktaki kişileri, belli grupları ve belli ülkedeki insanları öldürmeyi sağlar
ve diğerlerini de herkesin iyiliği adına sağlıklı bırakmaktadır.
Doktor LAnctot bay Robert My Namara’nın etkileyici sözlerine
de yer verir; M.Namara eski dünya bankası başkanı, eski Amerikan devlet
sekreteri ve Rockefeller vakfının araştırmacılarından, Dünya Bankasının ve Unicef’in
PEV (çocukların evrensel aşı programı) ileri gelenlerindendir. Bu konuşma Şubat
87’de j’aitouthcompris” no.2’de yayınlamıştır. Machiavel yayıneivinde. “Toplumların istekleri dışında demografik
düşüşle ilgili ciddi tedbirler almak gerekiyor. Doğum oranlarını düşürmek
yetersiz veya imkansız olmuştur, bu nedenle ölüm oranlarını arttırmak
gerekiyor. Nasıl? Doğal yollarla! Açlık ve hastalık…”
Bu bilgiler ışığında büyük bir gizlilik içinde yürütülen savaş
için biyolojik silah geliştiren laboratuvarların, gezegenimizin aşırı nüfus
yoğunluğuna çare bulmak için de uğraştıklarını anlayabilmemiz adına bir adım
atmak yeterlidir. Alışılmış bilgilerin dışında bu uygulama çok eskidir çünkü suçlular
bunu ortaçağda da kullanmaktaydı. O döneme ait çeşitli raporların da ifade
edildiği gibi kara veba salgınlarına genellikle garip bir sis eşlik ediyordu ve
gerçek toksik bulutlar şehirlerde dolaşıyordu. 1997de prof Arthur David Hom “Humanity’s
Extraterrtrial Orijins” adlı mehteşem bir eser yazdı. Prof. Hom Kitabında “the
Gods of Eden/ A New Look at human history” nin yazarı William Bramley’e de büyük
bir yer verir. Sizi Bramley ile baş başa bırakıyorum.
“Örnek olarak 6.yüzyılda Bizans İmparatorluğunu etkileyen “Justianik”
vebanın Avrupa’ya kadar yayılması. O döneme ait gazeteci ve yazarların, hastalığın
yayıldığı bölgelerde modern uçan daire vakalarına benzer, havada cisimlerin
görüldüğünden bahsediyorlardı. Bramley ortaçağdaki kara vebanın uzaylılar tarafından ve
1347de Asya’dan başlayıp yayıldığına dair elinde bazı kanıtlar vardı. 4 yıl sonra Avrupa’nın kuzeyine yayılmıştı ve
tarifi imkânsız acılarla milyonların ölümüne sebebiyet verdi ve nihayetinde birçok
bölgenin nüfusunu azaltmıştı. İlerleyen tarihlerde düzenli olarak veba vakaları
yaşanmış ancak daha az yıkıcı olmuştur. “Jüstiyanik veba” gibi ortaçağda, 700
yıl sonra yine birçok uçan daire vakası görülmüştür. Bu olaylar halk tarafından
komet (kuyruklu yıldız) olarak ifade edildi. 1568 tarihinde Viyana’dan gelen
bir tanımı Bramley ele alır. “Güneşe ve aya yakın muhteşem bir gökkuşağı vardı ve
ışık huzmesi Stefanienkirche kilisesinin üstünde dolanıp duruyordu. İnsanları,
hayvanlar gibi götüren Avusturya ,Souabe, Augdburg,Wurtemberg, Nürmberg ve
başka şehirlerde de güçlü bir salgın belirdi.”
Bramley vebanın başlaması, pis kokan bir sisle bağdaştırılıyordu diye
anlatır. Bu kokulu sisler, vebanın başladığı birçok yerde görülmüştür. Bunlardan
bazıları da gökyüzünde açık renkli ışıklarla beraberdi. Bazen siyahlar içinde
garip insanlar görülmüştü ve yanlarında korkutucu yaratıklar vardı. Bunlar
şeytanlar olarak adlandırılmış ve sis gönderip yayarken görüldüklerinden
vebanın yayılmasıyla bir bağlantıları olduğuna karar vermişlerdi.”
BU bölümün başında bahsettiğimiz Amerikan denizcilik ve hava
kuvvetleri subayı Milton William Coper 91 yılındaki Behold a Palehorse’deki
eseriyle daha da ileriye gider. Coper, karanlık hükümetin büyük bir bölümü
kapsayan ve 25 ülkenin, uluslararası kurulunun üyelerinden oluşan Roma Kulübü, dünyadaki
nüfusu azaltmak ve denetlemek amacıyla bir salgın başlatma emrini vermiştir. Bu
emri gerçekleştirme görevine de Amerikan Savunma Bakanlığına vermiştir. Bu olay
için kongreden gönderilen para 1970 bütçesi için 10 milyon dolar olmuştur. Amerikan
senatosunun önünde savunma bakanlık temsilcileri doğada hiç bulunmayan suni
biyolojik aktif bir maddenin geliştirilmesine ihtiyaç duyduklarını ve bunun da
hiç kimsenin buna karşı bağışıklık geliştirmemiş olması gerektiğini
belirtmiştir. Coper, elit hükümetin toplum içinde istenmeyen kişileri hedef
almaya karar vermiştir, siyahlar, latinler ve homoseksüeller… Böylece 70 li
yılların sonunda (büyük bir ihtimalle HIV virüsü) suni madde geliştirilmiştir. 1977
yılında uluslararası sağlık kurumlarına Afrikalılara yönelik ve virüsü taşıyan
suçiçeği aşıları teslim edilmiştir. Deneysel nedenlerden dolayı 1978-79-80-81
yıllarında San Francisco, New York ve 4 başka şehirde Amerikan toplumuna, Arizona
eyaleti Pheenx’de üretilmiş olan Centers for Disease Contrai tarafından tedarik
edilen hepatit B aşıları uygulanmıştır. Coper’a göre gizli hükümet insanoğlunu
denetleyen uzaylılarla direkt temasta olup meşhur AİDS virüsünü de onlardan
tedarik etmişti. Bu tür itiraflar, insanın kanını dondurabilir ancak pek çok
şeyin de açıklaması olabilir. Yorumu size bırakıyorum. Fakat eğer birçok “çok
gizli” olarak sınıflandırılmış konulara direkt ulaşmış olan bu eski askerin
açıklamaları doğruysa o zaman 5 Kasım 2001 yılında yerel şerifin yardımcıları
tarafından çok tuhaf bir şekilde vurulmuş olmasını da daha iyi anlıyoruz. )
Bir gün bile geçmiyor ki bu konu, medya ve tv. tarafından ele
alınmasın. Güvensizlik ortamı git gide büyüyen bir tehdittir. Ve dünya barışı
çok büyük bir tehlike altındadır. Bu nedenle Amerikan hükümeti, daha iyi bir
dünyaya doğru insanlığa rehberlik etmek adına tüm dünyaya emperyalist
egemenliğini ve kanununu şiddetli bir şekilde dayatmaktadır. Şahsen ben bir
modern jeopolitik uzmanı değilim. Benim alanım daha çok eski tarihtir. Ancak giderek
büyüyen terörizm krizine çözüm olarak, Washington’un dünya ekonomisini git gide
militarize etmesini ve bunu da Amerikan kurtarma harekâtı olarak göstermesi
karşısında kendinize soru sorma hakkınız vardır. Yani Amerika’nın terörizmi yok
etme isteğinin, askeriye ekonomisinin git gide güçlenmesi bir rastlantı
değildir. Amerikan hükümeti iyi niyetli olduğuna bizi inandırmak istiyor fakat
uluslararası mevzuatı çiğneyerek ülkesinin menfaatlerini koruyan bir hükümete
nasıl güvenebiliriz? Burada size hatırlatmak isterim ki, ABD silah üretimini
veya bu üretimi besleyen yabancı ülkere yapılan askeri müdahaleleriyle
kısıtlanacak, askeri -sanayii kârlarını engelleyecek
uluslararası kanunları tamamen yok saymaktadır. Bugün ABD hükümeti birçok
anlaşmayı tüm dünyanın gözü önünde açıkça ihlal etmektedir.
-Bir önceki bölümde bahsettiğimiz kimyasal silahla ilgili
anlaşmayı ihlal ediyor.
-Biyolojik silahların geliştirilmesi, üretilmesi ve
depolanmasını yasaklayan biyolojik silah anlaşmasını ihlal ediyor. Amerika,
biyoşimik silah laboratuvarları inşa ederek ve biyolojik bomba modeli üreterek
bu anlaşmayı es geçmiştir. Büyük bir giz içinde savaş silahı olarak anthraxı
genetik olarak geliştirmişlerdir.
-Amerikan hükümeti nükleer denemeleri tamamen yasaklayan
anlaşmayı imzalamış ancak onaylamayı kabul etmemiştir. 95-96 ve 2000 yıllarında
belirtilen nükleer çoğaltılmamalı anlaşmasını da ihlal eder. 99 ve 2002
yıllarında Amerika bu anlaşmayı reddetmiş ve termonükleer patlamaları laboratuvarda
test etmeye yönelik yapıları inşa etmiştir. Amerikan hükümeti 1972deki nükleer
balistik silahın yayılmasını sınırlayan ABM anlaşmasından da çekilmiştir. United
States 2002 Nuclear Posture Rewiev’a göre aslında “delici” yeni silahlar
geliştirilmesi üzerine çalışmaktadır.
Yeraltındaki hedeflere ulaşmaya yönelik mikro nükleer silahlar gibi.
Amerikan hükümeti nükleeri olmayan devletlere karşı gelecekte önleyici saldırıları
başlatmayı da kendine hak görmektedir.
-İklim değişiklikleriyle ilgili BM’nin anlaşmasını da ihlal
etmektedir. 2001 yılında W.Bush sera etkisine katkıda bulunan karbondioksit
emisyonlarının düzenlenmesiyle ilgili seçim kampanyası sözünü inkâr etmiştir. Amerikan
hükümeti 98 yılında imzalanan uluslararası ceza mahkemesinin Roma anlaşmasını
da ihlal etmektedir. Bu her Amerikan vatandaşının CPI’den çıkan yargıya
uymasını da sağlamaktadır. ABD böylece uluslararası toplumlar tarafından savaş
suçlusu veya insanlık suçu işlemiş olan askerlerinden birinin yargılanmasını engellemiş
olur.
-Dünyadaki özel madenlerin üçüncü stoğuna sahip olan ABD
hükümeti her gün birçok masumu öldüren madenlerin imhasını, devredilmesini,
üretimini ve stoğunu engelleyen Ottawa anlaşmasını onaylamaya ihtiyaç
duymamıştır. Amerikan hükümeti 2003 başındaki Irak’a askeri müdahaleyi
yasaklayan BM güvenlik konseyinin kararını tanımadı. Zaten BM’de Amerikan
hükümetinin hareketlerini kınamak amacıyla almış olduğu çeşitli çözüm
önerilerini de onaylamamıştır. 21 Mart 2003teki 1919 kararları (2003) ve 12
Nisan 2003 tarihindeki 1945 kararları (2003) BM güvenlik konseyinin vetosuna rağmen bu
askeri harekât aynı 1919daki Kosova Harekatı gibi BM kararlarının da meşruluğunu
yeniden gündeme getirmektedir. Aslında ABD
politikası net bir şeyi istemektedir ki , bu da astral hayvanın ABD ve onun
karanlık hükümeti vasıtasıyla vatandaşların sırtından kar ederek huzur içinde
bu dünyayı yönetmeye devam etmek amacıdır. Bu da düzensizliği bütün dünyaya yayarak
ve masum kurbanları da katlederek… Bütün bunlar, sayıklamalar mı, Anti
Amerikancılık mı, bilim kurgu mu? Size savaş dergisi US army’nin 97 yılı
baskısındaki bir makaleden aşağıdaki satırları aktararak nasıl bir sonuca
varacağınızı da sizin tercihinize bırakıyorum.
“Yeni bir Amerikan çağına giriyoruz. Burada daha da
zenginleşip daha da güçlü olup, kültürümüz daha da öldürücü olacaktır. Nefreti
çoğaltacağız ve barış kalmayacak. Kalan tüm ömrümüz boyunca dünyanın bir
ucundan öbürüne, çeşitli şekiller alacak olan pek çok çatışma yaşanacaktır. Şiddetli
çatışmalar basında manşet olarak çıkacaktır. Ancak kültürel ve ekonomik kavgalar
daha sistematik ve neticede daha belirleyici olacaktır. Amerikan askeri
güçlerinin görevi ekonomimiz için güvenli bir dünyayı korumak ve kültürel
canlılığımızı da açık tutacaktır. Bunun için çok öldürmemiz gerekecek. (to
those ends, we will do a fair amount of killing.) Bu katliamları yapabilmek
için de bir ordu oluşturmaktayız. Önemli kozu da bilgi sistemi olacaktır. –
Ralph Peters US Army yarbay- “
11 elül 2001 olaylarından sonra George W.Bush kongrenin
önünde, aynı yılın 20 eylülünde bu sözleri doğrulamıştır. Karanlık hükümetin planını
yürütebilmek için 11 eylül dramını kullanmaktadır. 5 Kasım 2001 yılında polis
tarafından öldürülen eski albay Coper’ın 1989’da Gizli Hükümet isimli kitabında
da açıklamış olduğu bu aynı plandır. Amerikan başkanının sözleri üzücü bir
şekilde daha önce yazmış olduklarımızı desteklemektedir. Hepiniz artık Amerika
için potansiyel teröristlersiniz.
“Cevabımız anlık misillemeler ve nokta atışlarının dışında
daha fazlasını gerektirmektedir. Amerikalılar bir savaş ı beklememeli ancak
geçmişte gördüğümüzün tamamen dışında olan çok uzun vadeli bir kampanyaya hazır
olmalılar. Bunlar tv’de izlenebilecek dramatik nokta atışlardan oluşabilir ve
başarılı olan gizli, yasadışı operasyonlardan oluşur. Fonlardan mahrum ederek
teröristleri aç bırakırız. Huzurla barınacakları bir yer kalmayana dek
birbirleriyle çatıştırırız. Teröristleri barındıran ve koruyan ülkeleri takip
ederiz. Bugün her bölge, her ulusun alması gereken bir karar vardır. Ya
bizimlesiniz ya teröristlerle!..bugünden itibaren terörizme destek vermeye ve ülkelerine
kabul etmeye devam eden uluslar ABD tarafından düşman olarak
değerlendirilecektir.” -20 Eylül 2001 George W.Bush-
(not: Eğer 11 eylül 2001 olayında ABD hükümetinin ve onun
sahtekar işbirlikçilerinin menfaat sağlayabileceğine inanmakta zorlanıyorsanız
bu dramı takip eden aylarda anketten sorumlu olacak özel bir komisyonun
kurulması konusundaki hükümetinin kati
bir şekilde reddedişini nasıl açıklarsınız? Acaba Bush’un, bu dramdan birkaç
saat sonra boydan boya uçacak olan Suudi özel uçağına izin vermesi ve Bin Laden
ailesinin kıta dışına apar topar kaçmasını da organize ettiğini tüm dünyadan
saklamak için midir? Bu aile ki Bush planıyla uzun yıllar boyunca çok karlı işler
yapmıştır.
11 Eylül dünya düzeni için çok garip bir doğumgünüdür, çünkü
11 11 1941 tarihinde Pentagon’un inşaası da o gün başlamıştır. Aynı zamanda 11
Eylül 1973’de Şili’de CIA’nin çok sıkı işbirliğiyle Pinochet, çok kanlı bir
ihtilal düzenlemiştir. Hector PAwon Danger
Fuglich ? yayınevindeki “11 eylül …1973”
adlı eserindende “bu ihtilal Amerika’nın desteğiyle askeri diktatörlerin
neoliberal modeli zorla dayatmasını sembolize etmektedir. Şili’de geliştirilen propaganda ve İstikrarsızlaşma
metotları halen birçok ülkede uygulanmaktadır. Büyüklüğü ve dramıyla 11 11 73
günü, Amerikan emperyalizminin davranışlarını oluşturmaktadır.”
ı 11 Eylül dünya düzeni için çok garip bir doğumgünüdür çünkü
11 11 1990 da (yani newyork olayından tam 11 yıl sonra) George Bush yeni dünya
düzeninin oluşumunu resmi olarak ilan etmiştir. 11 Rakamı yine gündemde, eğer
11 mart 2004 tarihli Madrid olaylarını da hatırlarsak…. Zira uluslararası
terörizm gerçeğini Avrupa üzücü bir şekilde öğrenmiştir. İleride de göreceğimiz
gibi bu gezegenin ultra gizli hükümetini oluşturan hırsızlar, sembol ve
rakamları sevmektedirler. Tüm bu hedeflenmiş olan olayların orkestra şeflerinin
onlar olduğunu düşünebiliriz. Çünkü numeroloji sayesinde 11 rakamının
yorumlanması bize “üstat rakamı” açıklamaktadır. 11’İn değişimin rakamı
olduğunu öğretir ve yeni bir devrin başlangıcını olduğunu söyler. Kötüye
kullanıldığında saldırgan bir değişim enerjisini aktive eder. Eskiler onu zararlı
olarak değerlendirirlerdi, çünkü eski yapıları yıkarak yenilerini inşa ederdi. Bu
koşullarda maalesef her şey daha açık hale geliyor. Aynı zamanda ekleyelim ki, 11
11 2004 günü Filistin Cumhurbaşkanı Yaser Arafat’ın fişinin çekildiği gündür. Amacı
da ölümünün bir kez daha değişimi “ve yeni bir devrenin” açılmasını temsil
etmesidir. Aynısı 1.dünya savaşının sonu ile ilgili ateşkesin imzalandığı
gündür, 11.11.1918. Bu giriş bölümünün sonunda göreceğiz ki Amerandien Kızılderili
geleneklerine göre şimdiki evrenimizin sonu 2012’dedir. Ve aynı yılın Aralık
ayında da yeni bir devre (Maya takvimine göre de bu böyledir) açılmıştır. Bugüne
kadar üçkağıtçıların takip ettiği mantığı izlersek 2011 yılını göz önünde
bulundurmak zorundayız veya 2001 yılı dramından tam 11 yıl sonra…, Üçkağıtçıların
bugüne kadar amaçlarına ulaşamadıkları savını ele alırsak, 2011 veya 11 eylül
2012 yılında kendilerini bir şekilde göstereceklerdir. )
Birçok ülke çoğu zaman ve genellikle de kendi isteklerinin
dışından terörist organizasyonları kabul etmek zorunda kalıyorlar. Kurnazca
Amerikan hükümeti seçimine göre herhangi bir ulusu cezalandırma hakkını
kendisine vermektedir. Bu düzensizliğin amacı sizi git gide duvara
sıkıştırmaktır. Dünyada rekabetler yaratarak ve politik, ırk nefretlerini
saçarak, genel panik haline sokmaktadır toplumu. Bu ruh halinin oluşumunda
günlük medyanın zehirlemesi de masumca değildir. Güvensizlik, suikastlar,
savaşlar ve planlanmış süptil bir kirlilikle dünya dizleri üstüne çöktüğünde,
BM ve ABD’nin aracılığıyla dünyadaki ultra gizli hükümet, “Dünyada Barış” ı
yaratmak için tek bir hükümeti önerecektir. Övgüye değer bir amaç ancak astral
hayvana (dünyadaki gizli hükümet) yakından bağlı olan karanlık hükümetin gerçek
ve korkunç otoritesine, amacı anti demokratikliği
sunmak, sizi,insan ilkelerinin gerçek değerlerinin dışında, boyunduruğu altında tutmaktır. Kendiniz görün;
üçkağıtçıların korku ve savaşın çok akıllıca bir kombinasyonuyla totaliter bir
düzeni gün ışığına çıkararak size empoze edeceklerdir. ve insani prensiplerin
dışında, ahlaksızca hukuk kurallarını dışarıda tutarak, askeri şiddeti meşru
kılan dünya düzenini yavaş yavaş yerleştirecekler. Dünya kontrol planının
gerçekleşebilmesi için savaş ve güvensizliğe ihtiyaç vardır. Bu plan yeni
değildir; binlerce yıldır vardır. Ancak sizin uyanışınız, astral hayvanların
işbirlikçisi hükümetleri çok rahatsız etmektedir. Gizlice ipleri oynatanlar
hakkında daha fazla bilgi edinmek, paranoid davranışlarının derinliğini tanımak
istiyorsanız ve atalarının nereden geldiğini keşfetmek ve de niye size bu
şekilde davrandıklarını anlamak niyetindeyseniz okumaya devam etmenizi
öneriyorum size.
4- YILDIZLARIN DİLİ ve ASİ “MELEKLERİN” GİZLİ
KODU