Anton Parks

Anton Parks
İlk resimdeki Sa'am, Enki'dir. Kaynaklara ulaşmak için Anton Parks'ın websitesini resmi tıklayarak ziyaret edin.

6 Ocak 2015 Salı

KARANLIK YILDIZLARIN SIRRI -GİRİŞ-

1 -  GEÇMİŞİN SAVAŞI

Mezopotamya kültürü, çıkarılmış olan kalıntılarda en eski insan medeniyetinin temellerini oluşturur. Fırat ve Dicle’nin arasında bulunan Mezopotamya, politik, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmesiyle, tüm insanlığın faaliyetlerine ve gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Birçok uzman tarafından (Samuel Noah Kramer, Thorkild Jacobsen gibi) Mezopotamya, medeniyetlerin beşiği olarak ifade edilir. Bu bölgede Dünya’nın tarımı doğmuş ve aynı zamanda ilk yerleşim yerlerinin, şehirlerinin kalıntıları ve en eski yazıtlar bulunmuştur. Sümerliler, Akadianlar  ve Babilliler kilden tabletlere yazarak çok geniş bir koleksiyon bırakmışlardır. Bu tabletlere günlük yaşamlarından, olaylardan, şehirlerin inşaatından, çok büyük sulama çalışmalarının yapıldığından, aynı zamanda astronomi ve matematiksel hesaplamalarını ve de kuruluş hikâyelerini aksettirmişlerdir. En eski doğu halklarının, özellikle Dünyadaki hikâyelerde, Tanrılarla olan ilişkiler konusunda en uzun ve direkt bağlantıları olduğu söylenmektedir.  Bu nedenle de bütün bu tabletlerin büyük bir kısmında atipik konular, hiç beklenmedik açıklamalar ve kitabeler bulunur. Kil üzerine yazılan yazılar, binlerce yıl öncesindeki, nesilden nesile sözlü olarak aktarılan değişik adetler, örflerle birleştirilerek hikâye şeklinde yazılmıştır. Birçok tarihçi ve arkeolog, bu dokümanların tamamen hikâyelerden ibaret olduğunu ve “fantastik” konular içerdiğini söylemişlerdir. Ancak resmi bilim, bu bölgedeki araştırmalar ilerledikçe muhteşem bilinmezlerle karşı karşıya kalmaktadır. Örnek olarak, 1995’te keşfedilen en eski köy olan Jerf El-Ahmar Köyü –Fırat’ın Suriye yakasındaki bir köy- ziraatin resmi olarak başladığı yer diye bilinmektedir. Bu da 11.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Yine belirtilebilecek olan Halula bölgesinde, yani Fırat’ın diğer yakasında bulunan köy, 10.800 yıl önce Dünya’nın kiklopik duvarının dibinde inşa edilmiştir. Ya da 'Abu-Sharain şehri –eski adıyla ERİDU- Sümerlilerin aziz şehri olarak belirtilmiştir. Enki-EA Tanrıların en kutsal şehri olarak geçer. 1946 ve 47 yılları arasında gerçekleşen yoğun araştırmalar ve kazılar çerçevesinde 19 farklı yerleşim yeri tespit edilmiştir; bunlar da binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Aynı zamanda üst üste inşa edilmiş 18 tane muhteşem kutsal mekân belirlenmiştir. Bu da arkeoloji tarihinde bir ilktir. Her ülkenin popüler inançları mitolojik hikayeler olarak anlatılmıştır. Bunlar da her ülkenin ve ulusun sosyal yaşamının şekillenmesine katkıda bulunan dini, kültürel farklılıklarla yavaş yavaş birleşmiştir. Sümer medeniyetlerinin en önde gelen uzmanlarından Samuel Noah Kramer de bunu kendi araştırmalarında tespit etmişti. Aynı zamanda, Tanrıları ile Sümerliler arasındaki garip ilişkiye de değinmiştir. Özgür irade konusu, hassasiyeti ve problemi üzerine bütün Batılı düşünürler çok yoğun düşüncelere dlsalar da bu konu Sümerlilerde hiç sorgulanmamıştır. Çünkü onlar Tanrılarının köleleri olduklarına ve hizmet amacıyla geldiklerine inanmışlardı ve Tanrıların isteklerini her ne kadar açıklanamaz ve anlamsız gelse bile yerine getirmişlerdir. Sümerliler, kötülüğün, alçaklığın üzüntülerin, insanların başına gelen bütün kötü olayların aslında Tanrılar tarafından bu Dünyaya getirildiğine inanıyorlardı ancak, bu kutsal varlıkların kaprisleri ve acayip alanları –faaliyetleri- konusunda da kendilerine soru sormuyorlardı. İnsanın amacı acı çekmekti. Hak edilmemiş bir yükü taşımakla görevliydiler. Sümerlilerin yetiştirilme şeklinde, anlaşılması zor olan bu mutsuzluklar karşısında şikayet etmek, isyan etmek imkansızdı ve bunu bir fikir olarak akıllarına dahi getirmezlerdi. Sadece bunları yapmaları gerektiğine inanıyorlardı. 
Tıpkı bir din adamının sözleri gibi; “bir kadın bu Dünyaya çocuk getiriyorsa suç ve günah işlemiştir”. Aslına bakarsak şu andaki ideoloji de pek fazla değişmemiştir. Aradaki tek fark, eskiden insanlar Tanrılara hizmet ediyordu; bugün de tek Tanrı dini çerçevesinde gene haksız, eşitliksiz olan bir sisteme hizmet ediyorlar. Hristiyanlığı yaratanların sözlerine baktığımızda süreklilik ve inanmayı garantileyen bir konuşma üzerine temellerinin atıldığını görürüz. Hristiyan inancının gerçek temelleri İncil’deki açıklamalara dayanmalıdır. Yani Hristiyanlığın bilime dayalı olmaması lazımdır. İncil, birçok kitabın birleştirilmiş halidir. Tek bir konunun dışlanması veya inkârı, tüm yazıların tekrar sorgulanmasını gerektirecektir.  Özet olarak ya İncil’i kapsayan bütün hikayelere inanır ve güvenirsin, ki böylece onu Tanrının sözü olarak görürsün ya da sadece dini bir edebiyat olarak algılarsınız.


Bu konu hakkında İncil, hiçbir şüpheye yer bırakmamaktadır. Havarilerinden Paul’un yazılarında, Tanrı’dan ilham alınarak yazılan tüm yazılar adalet çerçevesinde düzeltmek, bilgi vermek, inandırmak ve eğitmek için iyidir. Tanrı’yı asimile edebileceğimiz bir Ana Kaynak veya evrensel bir varlığın sorusunu yeniden gündeme getirmeyeceğiz ancak İncil metinlerinde gündeme gelen çok ciddi farklılıklar karşısında, İncil’in içeriğinin sadece gerçekler olduğunu söylemek de çok hatalı olacaktır. İncil’in içinde Mezopotamyalılar çok ciddi bir iz bırakmıştır, bu aynı zamanda Yahudi Hristiyan kültüründe de etkili olmuştur. Eski Ahit’in, 3500-5000 Yıl arasında yazılmış olan ve Mezopotamya’da bulunan bu tabletlerden esinlendiği görülmektedir. Sümer ve Babil tabletlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte sansasyonlar olmuştur. 1975’de kil tablette Uru-sa-lim/urusalimu ( ilahi iyilik çatısı-Jerusalem) diye literatürde geçen yazılar Yahudilerin kutsal yerlerinin adını vermektedir. Ancak 1975’ten önce de meşhur olan Adem’in Bahçesinin, Sümer tabletlerindeki isminin Edin-Eden olarak açıklanması da ciddi tartışmalar yaratmıştı. Eden, yani cennet bahçesi Sümer’deki kutsal Tanrıların bulunduğu bölgedeki büyük bir kilerdir;  yiyeceklerin bulunduğu, ikramların sunulduğu yer olarak belirtilir. Adem kelimesinin de Sümerlilerde A-dam olarak yazıldığını öğrenmekten de büyük bir şaşkınlık duyabilirsiniz. Bu kelimede, ilk insanlara Tanrıların nasıl görevler vermiş olduklarını görebilirsiniz. Satan kelimesinin kökeni de tamamen Sümer’e dayanmaktadır. Aslında Satan kelimesi Sümer’de Eatam ve Eanda’nın birleşimi olarak, Santana olarak çıkmıştır. Bu kelimeyi, primitif Sümerlilerin sembol şeklinde belirlemesi de 3 uçlu çatal -mızrak şeklinde olmuştur. Bu iki kelimenin çeşitli açıklamalarına bakıldığında, Yahudi Hristiyan kaynaklarında geçen Satan’ın görevlerini teyit ettiği görülmektedir. En eski Yahudi edebiyatında ve Kuran’daki en eski yazıları ele aldığımızda da bu durum net bir şekilde yer alır. Satan –Şeytan- meleklerle aynı yerde yaşıyor, onlar için çalışıyordu çünkü onlarla aynı astral ailendendi. Birçok din incelendiğinde görülebilir ki, Şeytan’la ilgili yapılan açıklamaların aslında çok uzağındayız. Çünkü Eatam-Uandan yani Satanlar olmadan, Sümer panteonlarındaki Tanrılar hiçbir zaman Dünya’da yaşayamazlardı. Bugüne kadar Adam ve Satan, Sümerlilerin Satanları ve İncil gibi kutsal kitaplardaki benzerlikleri konusuna hiçbir akademisyenin eğilmeyişine hayret etmekteyim. Büyük bir ihtimalle kızdırabilecek bazı konular ve çok iyi gizlenmiş bazı sırların olduğunu görüyoruz. Bu koşullarda, yukarıda açıklamış olduğumuz birkaç analoji ile niye İncil’deki pek çok anlatılana inanıyoruz da Sümer, Akadian ve Babil’dekilere inanmıyoruz? Samuel Noah Kramer, dünyaca bilinen ve “Tarih Sümerle Başlar” kitabında der ki; “İncil’in ülkesinde yapılmış olan arkeolojik araştırmalarda çıkan sonuçlar önemlidir ve İncil’İn doğmuş olduğu yeri ve orijini hakkında önemli bir ışık tutmaktadır. Artık biliyoruz ki bu kitap, zamanın en büyük klasiği, boş bir vazodan çıkan suni bir çiçek gibi yoktan varolmamıştır. Bu eserin kökleri, çok büyük bir geçmişe dayanmakta ve komşu ülkelere kadar uzanmaktadır. Tabii ki Sümerliler Yahudilere direkt olarak bir etkide bulunmadılar, onlardan çok önce yok olmuşlardı ancak Filistindeki Yahudilerden önce bulunan Kenanlılar onlardan esinlenmişlerdir. Böylece İncil’İn bazı kitaplarıyla Sümer metinleri arasındaki pek çok ortak noktanın nedeni de açıklığa kavuşur. Bu benzerlikler tek tük değil, seri şekilde paralellik gösterir. Hikâyeyi okurken ve özellikle dipnotlarda göreceksiniz ki tabletlerle eski Ahit arasında çok benzerlikler var, bunun nedeni sadece Kenan etkisi değil, ortak bir tarihin de Dünya’ya yayılmış olmasıdır. Tüm eski halkların kültürleri aynı temel köke bağlıdır ve hemen hemen gezegendeki tüm gelenekler aynı olayları anlatmaktadır. Bu fenomenin kanıtını, çok iyi gizlenmiş olan lisan kodlamasında buluyoruz ve birçok eski lisanda da ortaya çıkabilmekte. Bu etkileyici bilgi bugün gezegenimizdeki bilim adamları ve uzmanların gözünde tamamen yeni bir bulgudur. Eski Ahit’i (resmi olarak Musa’ya atfedilen) yazmak için rahiplerin kullandığı kaynakların nereden geldiğine gelince, göreceksiniz ki sadece Yahudi ideolojisine ait değil, insanoğlunun dünya tarihine bağlıdır ve tüm bu gelenek ve de efsanelerin Abraham’ın toprağı, Mezopotamya’nın İncil’deki ismi olan Chaldee ülkesinden gelmektedir. Abraham’ı Suriye’de 1975te Ebla (M:Ö 2500)şehrindeki kil tabletlerindeki Abra-MU şeklinde de izine rastlanmaktadır. 1993’teki muhteşem eserde de görülebilir,  “Forbidden Archeology-The Hidden History of The Human Race” iki Amerikalı yazar tarafından MichaelA. Cremo ve Richard L.Thompson yazılmıştır. Yayınlanan bu eser, revize edilerek 1996 yılında tekrar basılmıştır. Bugün son versiyonu (İngiliz versiyon) 904 sayfadır. Dünyadaki yaşamın gelişmesinde Darwin teorisini destekleyenler için de bir engel oluşturur. Bu kitap resmi bilim tarafından tamamen inkâr edilen anormalliklerin toplamından oluşmaktadır. Darwin tezini çürüten arkeolojik keşiflerin birleştirilmesini anlatır. Örnek olarak Trilobitlerin çıktığı döneme ait olan yani en az 5.5 milyon sene öncesine ait bir mineral deposunda William Meister, bir ayakkabı izine rastlamıştır. Bu keşif, 1968de Amerikanın Utah bölgesinde Antilope Spring yakınlarındaki Wheeler Shade’de bulunmuştur. En muhteşemi de bu izin bir sandalet veya ilkel bir ayakkabıya ait değil, topuklu modern bir ayakkabının izine ait olmasıdır. Ayrıca bu topuk izinin kayaya 4 milimetre gömülmüş olması ve bir sağ ayağın özelliklerini taşıdığı da belirlenmiştir. Kremo ve Thompson’un kataloglarında, merkezine yakın 3 hasarsız metalik halka görünmektedir. Bu ürün Güney Afrika’da yerli madenciler tarafından bir mineral madeninde bulunmuştur ve bu madde 2.8 milyar yıllık bir tarihe sahiptir; yani hiçbir akıllı varlığın yaşamadığı bir dönemde…Madenciler bu üründen 100 tane bulmuştur ve tabii bugüne kadar konuyla ilgili hiçbir bilimsel açıklama yapılmamıştır. Ayrıca 2-2,5 milyon yıl öncesine ait olan kırmızı kayaların arasında İngiltere’de bulunan, tamamen insan eliyle çalışılmış, yüz şeklinde oyulmuş bir midye kabuğu bulunmuştur. Resmi bilim bu tarz eserlerden sadece cromagnon döneme ait olanları açıklamakta ki onlar da 30 bin yıl öncesine dayanır. Forbidden Archeology, Amerika’nın jeolojik araştırma dairesinde görevli jeolog Virginia Mclntyre’nin başına gelen talihsizliği de kınamaktadır. Meksika’ya 100 km. Hueyatlaco yakınlarında bulunan taştan aletlerin tarihlendirilmesi kendisinden istenmiştir. Bunlar, 250 bin yıllık kayaların içinde bulunmuştur. Tahmin edeceğiniz üzere, yeni dünyaya insanoğlunun resmi olarak ortaya çıkışı 12.bin yıla dayanırken Virginia ve ekibinin bu aletleri tarihlendirmesi, Amerikan paleontologları tarafından reddedilmiş ve maden ocağını yok etmek için de ellerinden geleni yapmışlardır. Bunlar sadece birkaç örnektir ve bu vesileyle Kremo ve Thompson, tarih öncesine ait klasik görüşün yeniden değerlendirilmesini ve tekrar yazılmasını istemişlerdir. Son 2 asırdır sansüre uğrayan ve unutulan dokümanların yeniden gün yüzüne çıkarılmasını istemişler ve  uzun yıllardan beri arkeolog ve paleontologların ortak sessizliklerini bozmalarını beklemişlerdir. Eser baş döndürmektedir ve bilebileceğiniz gibi arkeolog ve paleontolog camiasında büyük fırtınalar koparmıştır. Paleontolog ve araştırmacılar bu olaylara açıklık getirmek yerine bu eserin tamamen bir dezenformasyon ürünü olduğunu ve içeriğinin türlü belirsizliklerle dolu olduğunu iddia etmişlerdir. Fransızcaya geç çevrilmiş olan bu kitaba cevaben, Mart 2003 tarihinde Fransız bilim dergisi zavallı açıklamalar getirmiştir, ancak bu açıklama üzerinde birazcık durabiliriz. Böylece alışılagelmiş fikirlerin dışına çıkan bilgileri yok etmek için resmi bilimin nasıl kendini küçük düşürdüğü hakkında bir fikriniz olacaktır, bunlardan yukarıda bahsettiğim 5.5 milyon öncesine ait ayakkabı izine gelelim; dergide şöyle yazıyor “sedimentologlar ve jeologlar gayet iyi bilirler ki o döneme ait birçok omurgasız yaşamaktaydı ve geçtikleri yerlerde de izlerini bırakırlardı. Bu izler genellikle jeologlar tarafından milyonlarca yıl sonra bulunmaktadır.” Yani basit bir solucan oradan geçerken ayakkabısının izini bırakmış! Emin misiniz? Yine Forbidden Archeology’de bahsedilen bir konu; incelemeye göre tamamen düzgün şekilde, metalden yapılmış pek çok tüp keşfedildi. 65 Milyon yıl öncesine ait tebeşir katmanında Normandiya bölgesinde bulunmuştur, dergide “bir hayvan, yumuşak toprakta kendine bir yuva kazdığında bu, tünel bir tüpe benzemekte ve hayvanın hareketlerinin izlerini almaktadır. İç cephesi atıklarla kaplanır ve mineral özellikleri de topraktan farklı olmaktadır. Zaman içinde ana tortular yok olur ancak atıkların içinde bulunan mineral ve elementler nedeniyle tünelin içi sertleşir, bu nedenle tüp şeklinde bir nesneye dönüşür. Bazen bu çok sert olabilir” Yani burada özet olarak ve biraz da gülerek derim ki bu zavallı hayvan çok iyi dikdörtgen bir tüp şekline sahipti ve aynı zamanda oldukça sıkı bir ishali de olması gerekiyordu. Maalesef bu bilim dünyası için Kremo ve Thompson’un çalışmaları tek değildir. 94’te arkeolog Cari Edward Baugh ve Clifford Wilson “Footprints the Stones of Time” adlı eseri yayınladılar. 


 (not: Genellikle bilim dünyası bazı araştırmacıların bilgiyi maniple ettiklerini söylerler. Çok ciddi ve tanınan bu dergi Kremo ve Thompson’un sonuç olarak şunları söylediklerini çekinmeden yazmışlar “yazarların sonucu; bu kadar eski tarihlerde çok akıllı varlıklar yaşamış olmalı ki bu tüpleri yapabilsinler” İlgili bölümü okuyup duruyorum fakat yazarların Forbidden Archeology’de açıkça belirttikleri şey şudur ki “tüm hipotezleri öngördükten ve eledikten sonra Durued ve Salfati (1968de keşfi yapan kişiler) şu neticeye varırlar ki 65 milyon yıl önce akıllı varlıklar burada yaşamışlardır. Ek bilgi almak amacıyla Duried ve Safati’nin örneği teslim ettikleri Caen üniversitesi jeomorfoloji laboratuvarına yazdık ama bir cevap alamadık.” Bu sefer gerçekten bilgi manipülasyonu ve dezenformasyon burada mevcuttur.)
Bu eserde, Texas eyaletinde 80li yılların başında Paluxy nehrinin yakınlarında, kireç yataklarında, araştırmanın ilk keşfi 100 milyon yıllık dinozor izidir, sorun şu ki aynı yerde 65-135 milyon yıllık insan izine de rastlanmıştır. Bu olay sansasyona neden olmuştur ve keşif ilan edildiğinde arkeolog, tahrif etmekle itham edilmiştir. Aynı dönemde dinozorla insanın bir arada yaşamış olması imkansızdır. Tüm eleştirilere rağmen Baugh, nehrin kıyılarında başka çalışmalar da organize etmiş ve benzer başka izlere de rastlamıştır. Baugh, sitesinde ve eserlerinde inanılmaz başka keşiflere de yer vermiştir. Bunlardan bir tanesi Texas yakınlarında London’da 1934’te bulduğu demirden yapılmış bir çekiçti ve sapı ise tahtadandı. Üzerinde yapılan analizlerde metalin karışımının demir, sülfür ve klorid olduğu açıklandı ki biz bugün halen bu karışımı yapamamaktayız. Baugh, şu andaki bildiğimiz atmosferik koşullarda bu aletin yapılmadığını düşünmektedir. Ona göre, insanoğlunu etkileyen büyük tufandan önce dünyanın atmosferi bugünkine göre iki kere daha yoğundu ve ultraviyole ışınları da hemen hemen hiç yoktu. Aynı yazar, çekicin sapının karbonlaştığını belirtir ki bu da bu aletin daha kaya orada oluşmadan önce varolduğunu gösterir. Böyle bir olayın gerçekleşebilmesi için hem sürekli olan hem de güçlü bir ısı kaynağı (ateş tufanı)olması lazımdır. 1980’li yıllarda Baugh’Un müzesi çok şaşırtıcı bir şey elde etti, yine Texas eyaletinde Glen Rose’nin Commenche Peak’ında 65 milyon yıl öncesine ait fosilleşmiş bir insan parmağı bulunmuştur. Sürpriz! Bu parmak anatomik olarak günümüz insanın parmağını tıpatıp andırır. Uzmanlar, yapmış oldukları taramalar sonucunda hemfikirdirler. Resmi bilim dinozorların 65 milyon yıl önce yok olduğunu ve modern insanın da 100 bin yıl önce ortaya çıktığını savunur, yani Baugh’un buluntuları yine paleontoloji dünyasında bir devrim yaratmış ve keşiflerine göre tarihin yeniden yazılmasını talep etmiştir. İnsanoğlu kabul edilenden milyonlarca yıl önce ortaya çıkmış veya dinozorlar çok yakın bir tarihte yok olmuş olmalıdır. Baugh, Texas eyaletinin Glen Rose şehrindeki Creation Evidence müzesinin sahibi ve müdürüdür. Bu müze, Temmuz 1984te keşifleri sayesinde var olmaya başlamıştır ve müzenin ekibi tüm zamanlarını geçmişte dinozorların ve insanların birlikte yaşadıklarını ispat etmeye ayırmışlardır. Tabii tüm bu keşiflerin yanı sıra, -ki bunlar varolan düzeni bozmamak adına- arkeolojik dünyanın sürekli engellemesine destek olarak uydurulmuş ürünler de mevcuttur. Birkaç örnek ile kötü niyetli ve maskeleri düşmüş bazı bilim adamlarının gerçekleştirdiği olaylardan bahsedelim. 


1-Charles Dawson ve arkadaşı Arthur Smith Woodward (British museumda jeolog) 1912’de insanoğlunun evriminin eksik halkası yerine oynanmış maymun kemiğini ortaya koymuşlardır. Bir maymunun alt çenesini törpüleyerek insan kafatasına uyumlu hale getirmişlerdi. Bu aldatmacaya tam 50 yıl inanıldı. Bu arada meşhur eksik halka halen beklenmektedir. Bu da evrim tezi için hassas bir durumdur. Eğer gerçekten insanoğlunun gelişimi Darwin tezine göre olsaydı maymunla ostralopitekus arasında hiçbir tür bugüne kadar bulunamadı. Ortak ata nereye uçmuş olabilirdi? Ya da ostralopitekus, homohabilis, homoerectus ve homosaphiens arasındaki mutant türler nereye gitti? Bilim bu sorulara kesinlikle cevap verememektedir. Hiçbir zaman bu farklı türler arasındaki eksik halkayı bulamayacağız ve göreceğiniz gibi bunlar hiçbir zaman varolmamıştır.
2-Şarlatanlar arasında Viswa Jit Gupta, Pendjaab şehrinde Chandi Ghaerh üniversitesi bilimler fakültesi duayeni çok değerli dergilerde makaleler yayınlamış ve Himalaya’daki sit alanlarının incelemesini devralmıştır. 25 yıl boyunca bilim dünyasını aldattı ve Avustralyalı iş arkadaşları tarafından 1989 da maskesi düşürüldü. Gupta, seyahatleri esnasında arkeolojik paraları çalarak Nepal’de bulduğunu söylüyordu. Daha kötüsü Paris’teki antikacılardan fosiller alarak aynı örneklerin birbirinden farklı yerlerde çıkarıldığını söylüyordu.
3-Hileli fosili de hatırlayalım; Çin’de 1998 yılında bulunan tüylü dinozor. Arkeoraptor dinozor, kuyruklu kuş, kuşla dinozor arasındaki eksik halkaydı. Bilim dünyasını aldattı ama x ışınlarına dayanamadı.
4-Yine yakın bir zamanda arkeolog Shinchini Fujimura,2000 yılında çalıştığı sit alanında, özel koleksiyonundan oluşan fosilleri alana gömerken yakalandı. 80 li yıllarda muhteşem keşifleri sayesinde uluslararası bir üne sahip olmuştu. İsmi 20 yıl boyunca 160 tane çalışma şantiyesinde görevli olmuştur. Basıldığı sırada Fujimura, git gide ağır bir hale gelen, “neticeye varma” mecburiyetini öne sürmüştü. Bugün tüm keşifleri yeniden incelenmektedir. 
Bilim dünyasındaki sahtekârlıklar yeni değildir. Ünlü üçkâğıtçılar arasında Alman biyolojist Ernest Haeckel (1834-1919)de vardır. Karşılaştırmalı embriyo resimlerinin yaratıcısıdır. Bu konu ona Darwin’in, türlerin gelişimi tezini desteklemesini sağlamıştır. Haeckel’in resimleri omurgalı 8 türün embriyo gelişmelerinin farklı evrelerini ele almaktadır; balık, kurbağa, civciv,kaplumbağa,domuz,dana,tavşan ve insan. Bu resimler ilk oluşum aşamalarında da tüm embriyoların aynı olduğunu göstermektedir. Darwin ve evrimciler için büyük şans, ancak Jonathan Wells (icones of evulution;science or myth?) gibi birçok biyolojist, gayet iyi biliyorlardı ki bu krokilerin Haeckel tarafından abartılarak hepsi aynı evreye getirilmişti. Yukarıda bahsettiğimiz eserde Wells, balık, kurbağa, kaplumbağa ve insanın gerçek embriyo resimlerini yayınladı. Sürpriz! Hepsi de birbirlerinden farklıydı. Biyolojist Wells, bu konuyu onaylamayan, kendisi gibi düşünen çeşitli embriyo uzmanlarının isimlerini de verdi. İşte birkaç isim; Adam Sedwick 1894, William Ballard 1976, Michael Behe 1999 vs.  27 Kasım 1910 da Newyork Times bile bu konuyu açtı ancak nafile… İnsanoğlunun gerçek hikayesini gömen başlıca faktörlerden bazıları da gizliliği seven zengin koleksiyoncuların ve milyarderlerin özel koleksiyonlarında bulundurduğu bin belki de milyonlarca eser… Bunlardan büyük çoğunluğu artık tamamen kaybolmuştur. Bazıları mezarları soyarak hırsızlıklardan elde edilerek üçkâğıtçı satıcıların elinde, çok gizli bir şekilde el değiştirmektedir. Tabii müzeler bu eserleri alabilmek için mücadele etmeyecekler çünkü bugüne kadar sınıflandırılmış eserlerin kriterlerine girmedikleri için bunları sınıflandıramayacaklardır. Zaten bu müzelerden bazıları, meraklı gözlerden uzakta, alt katlarında stok halinde tutmaktadırlar. Son olarak Martin Wilson’un BBC tarafından üretilen The Pramyds of Caral belgeselinden bahsedeyim; çok enteresan olan bu film, Lima’nın kuzeyinde bulunan Barranca ilçesindeki dev Caral sitesinin keşfini ele almaktadır. İsa’dan önce 3000-1600 yıllık bir dönemde bulunmuş olan bu eski şehir, resmi olarak Amerikan kıtasının en eski yerleşim bölgesidir. Röportaj, arkeologların çeşitli hipotezleri varsayarak insanın neden o dönemde avcı toplayıcı hayat şeklini bırakarak birden şehir kurmaya geçtiklerini anlamaya çalışmaktadır.  Bu belgeselde şaşırtıcı olan, arkeologların nasıl da hipotezleri çok çetrefilli yollardan dolandırarak ortaya atıp sonunda da sanki gerçekmiş gibi gösterebilmeleri…Filmin sonu çok şaşırtıcı! Sonuç olarak Caral’da yaşayanların toplum olarak çok sakin oldukları ve pasifik kıyılarındaki balıkçılarla da ticaret yaptıklarını anlatır, ancak buradan 30 km. daha uzakta, bir sepetin içinde bulunan çocuk iskeleti bütün hipotezleri dağıtır. Caral toplumu insan kurban ediyordu! Caral, Amerikan kıtasındaki bu barbar olayı kullanan ilk şehir midir? Neticede, küçük iskelet üzerindeki inceleme pek bir sonuç vermemişti, çünkü hiç kırık kemiği bulunmuyordu. Şöyle bir düşünün ki ilgili çocuk, aptalca bir kazaya kurban giderek tepetaklak düşer, aslında huzursuzluk veren, böyle bir kırık çıkık olsaydı belki o zaman arkeologlar Caral’daki şehri Amerikan kıtasındaki ilk insan adağı yapılan yer olarak gösterebilirlerdi.


(not: Çok ironik bir şekilde Hopi Kızılderilileri, Oraibi köylerinin 4000 yıllık olduğunda ısrar etmektedirler.Bilim adamları Oraibi’nin yapımında kullanılan tahtaları incelemiş ve onların 1150 yıllık olduğunu söylediler ve Amerikan kıtasının sürekli olarak yaşanan en eski köyü olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak Beyaz Ayı Hopi Kızılderilisi Blumrechie’nin kitabında şöyle ifade edilir ki arkeologlar, bulmuş oldukları en eski ağaca göre değerlendirme yapmışlardır. Fakat bu bölgenin altında üç şehir daha mevcuttur ki onlar da 4000 yıl önce kurulmuştur. Oraibi, bu bölgenin ilk köyü değildir. İlki Shugnopovi adındaydı ve aynı isimdeki köyün altında bulunan ikinci yayladaki falezin dibindeydi. Şu bir gerçektir ki arkeologlar tarihlendirmeyi sadece yüzeyde gördüklerine göre yaparlar, altta gömülü olanlara göre değil. Bu durum Meksika’daki piramitler için de geçerlidir. Bu uygulama, bazı geçmiş medeniyetlerin varlıklarını da görmezden gelmelerine yaramıştır. Bu teknik bugün bile halen Amerikan kıtasında uygulanmaktadır. Peki ne için uygulanıyor? Amerendien’in 12 bin yıl önce Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika kıtasına yerleştikleri tezini desteklemek için!..Bu versiyon tamamen Kızılderililerin hikayelerine ters düşer. Onlara göre Amerendienler 80 bin yıl önce Pasifik’te batan bir kıtadan geldiklerini ve isimlerinin KAsskara olduğunu anlatırlar ve burası da Mu kıtasıdır. Batılı tarihçiler tabii ki medeni olmayan vahşilerin hikâyelerini dinlemeyeceklerdir. Hele ki insanoğlunun tarihine ters düşüyorsa!)


2- Hükmetmek İçin Böl


1990’lı yıllardan beri Mezopotamya hakkında pek çok yazı yazıldı. Günlük yaşantımızda gün geçtikçe Irak daha da yer kaplamakta. Çünkü Dünya çapında ekonomik ve politik çıkarların tam kalbinde bulunmaktadır. İnanılmaz zenginliği sinsi ve derin bir planın konusu olmuştur ve bize buzdağının sadece küçük bir ucunu göstermektedir. 1991 Yılındaki körfez savaşı, İran Irak çatışmasının direkt neticesidir. Daha iyi anlayabilmek için, 1980 ve 88 yılları arasına dönmek gerekiyor, İran ve Irak’ın savaşta olduğu döneme…Humeyni’nin İran’daki rolü, dünyanın petrol hükümdarlığı için tehlike arz ediyordu. BM’in sessiz işbirliğiyle diktatör Saddam Hüseyin ABD’nin de desteğiyle bu pis işi üstlenmiştir. Amerika tarım fonu verme maksadı altında yüksek teknolojilerle gizlice Irak’ı silahlandırmıştır. Bu tamamen ikiyüzlülüktür. Howard Teicher, National Security Council (NSC), milli güvenlik konseyi üyesi 1995 yılında şu açıklamayı yaptı “CIA müdürü Casey bizzat Irak’ın başarmasını garantilemek için gayret göstermiş ve yeterli miktarda silah, mühimmat ve araç tedarik etmiştir. Amerikalılar Bağdat savaşına çok aktif bir destek vermişler ve Iraklılara milyar dolar krediler vermiş, CIA stratejik bilgiler aktarmış ve danışmanlık yapmışlardır. Silahların satışı üçüncü dünya ülkelerinden geçerek sağlanmıştır. 80’li yılların sonunda Saddam Hüseyin’e 8 yıl boyunca destek aldığı Amerikan hükümeti tarafından borçlarını ödemesi için baskı yapılmaya başlandı. Borçlarını ödeyebilmek için petrol sanayinin bir kısmını özelleştirmesi önerilmiştir. Kapan kapanmaktadır ve Kuveyt yukarıdan emir alarak, piyasaya ucuz fiyatla petrol vermeye başlamıştır. OPEP birliğinin petrol anlaşmalarını imzalamış olmasına rağmen buna karşı hareket etmiştir. Irak ve OPEP üyesi ülkeler büyük baskı uygulamalarına karşın Kuveyt yok edici politikasından vazgeçmemiştir. Bunun üzerine Saddam Hüseyin Kuveyt’e savaş açarak petrol yataklarına el koymuştur. Hiçbir anda Batı sponsorlarının ona karşı geleceğini düşünmemiştir, hele ki 1990 yılı Temmuz sonu Bağdat Amerikan elçisi April Glaspie Saddam’a bir nota göndererek Amerika’nın Irak ve Kuveyt arasındaki savaşta taraf olmayacağını belirtmiştir. Irak Cumhurbaşkanı, Amerikan hükümetinin sekreterine haber verip Kuveyt’i işgal edeceğini söylediğinde Amerikan yetkilileri “Araplar arasındaki bu savaş bizim problemimiz değil, başınızın çaresine bakın” demişlerdir. Aslında Irak’ın gerçek hatası 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmek değildir; (Amerika’nın sömürgeci İsrail hükümetine kesin ve sonsuz desteği) onun hatası bir dolu zenginliğe sahip olması hele ki bir tanesi, bu dünyadaki güçlerin, yani bu gezegenin karanlık hükümeti, elitlerden oluşan İlluminati’nin çıkarlarını tehdit eden bir sırdır. Halen bugün Irak’a yapılan askeri çıkartmanın teröre karşı olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar ama bunun gerçekle hiçbir alakası yok. Zekice bize, Irak’a yapılan saldırının amacının da petrol olduğu gösteriliyor ki bu da tam olarak doğru değil. Washington milli güvenlik üniversitesinde ekonomi profesörü olan Donald Losman’ın 1 Ağustos 2001’de yayımladığı çalışmasında görüyoruz ki Amerika için petrolün milli bir öncelik olmasından çok uzak olduğu anlaşılıyor. Bu bölümün sonunda tekrar bundan bahsedeceğiz. Bu savaştaki çıkarlar öyle önemliydi ki 1991’den itibaren acımasız bir savaş makinası karşısında pek çok hayat kurban edilmiştir. Irak tarafında kayıplar çok büyüktür. Amerikan güçleri 300 ton zayıflatılmış uranyum atıklarını bu topraklara dökerek, savaş alanlarında yaşayan sivil halkı zehirlemiştir. Uranyum yüzünden kansere, lösemiye yakalanmış ve yeni doğan bebekler de dehşet şekilde deformasyona uğramışlardır. Radyoaktivitenin çıkması ve yayılması birkaç bin yıl için ekosistemi de etkilemiştir. Ocak-Şubat 91 yılı arasında 537 bin Amerikan askeri, görevli olarak gönderilmiş ve onların da büyük çoğunluğu lösemi ve Parkinson gibi hastalıklara sahip olmuşlardır. Arkeolog McGuire Gibson’a göre Irak toprakları üzerinde resmi sit alanı 10.000 tanedir, bunların da sadece %15’i incelenmiştir; bunun yanı sıra hiçbir araştırma yapılmamış olan tahmini 15.000 başka önemli alan daha vardır. Bütün bunlar yeni dünya düzeninin, geçmiş ile ilgili her şeyi yok etmesine engel olmamıştır. Tahmini olarak Irak’ın güneyinde binlerce kazı alanı mevcuttur ve hepsi de yok edilmiştir. Bu arkeoloji dünyası için korkunç bir felakettir ve insanoğlu tarihi için de… Barış adına sonsuzluğa karışan ve toz olan tonlarca kutsal kitaplar, kayıtlara geçmiş ve resmi yok edilmelerin içinde 400 misil tarafından vurulan Ur Piramidi (tapınağı), bombardımanlardan çok ciddi zarar gören Ctesiphon tapınağı da bulunmaktadır. Bu birinci körfez savaşından sonra dünya kadar eski olan bir yöntemle ve aynen birinci dünya savaşında Almanya’ya dayatılan yalnızlaştırma ve boğma taktiği, Irak'ı da pasifist ülkelere karşı diz çökmeye zorlamıştır. Ancak bu barışçıl ülkeler, ikinci körfez savaşına kadar bombardımanlarını da durdurmamışlardır. Ağustos 1990 yılında, yani savaş başlamadan beş ay önce, Irak’ı maddi ve ticari bir ambargo içine sokmuşlardır ve bu ambargo Mart 1991’e kadar sürmüştür. Irak halkı, Saddam’ın davranışlarını çok pahalıya ödemiştir. Irak cumhurbaşkanı da ambargoyu kabul etmiştir; ama ne için? Bu uygulama aslında Irak’ı (dünyadaki ikinci petrol rezervi) petrolünü pompalamasını engellemek ve Arabistan’la beraber uzun yıllar boyunca petrolün kurunu kontrol etmesini önlemek içindir. Esasında Amerika böylece, Saddam’ın başka hatalar yapmasına da vesile olmuştur. İyiler bu vesileyle tabii ki Amerikan kontrolünde Irak toprağına askeri güçlerin tekrar gönderilmesine imkân sağlamışlardır. 1991 yılında başlayan görev zamanında bitirilememiştir. Le Monde Diplomatique adlı dergide Ağustos 2012 de uygulanan ambargo ve 986.karar (petrole karşı gıda) 400 000 Iraklı çocuğun ölümüne sebep olmuştur. Rakamlar baş döndürmekte, ancak iyilik meleklerinin amaçlarına ulaşması bakımından bunca yaşamın kaybedilmesinin de pek bir önemi yoktu. 12 Temmuz 2000 yılında İllustre adlı dergide, BM tarafından uygulanan cezalar da arıtma istasyonlarında ve de boruların, silah yapımında kullanılabilir korkusuyla değiştirilmemesidir. Görüyoruz ki uygulamalar hep abartı yalanlar içermektedir. 1991’deki savaşta arkeolojik sitlerde ve müzelerde çok ciddi hırsızlıklar olmuştur. Özellikle Musul, Kerkük, Karbala ve Bassora’daki Irak müzelerinden 4 bine yakın obje çalınmıştır. Tüm bu objeler resmi bir katalogda yer almaktadır. Ancak Kerkük müzesinden çalınan bronz bir heykelin garip hikâyesi, bize onların sadece özel koleksiyoncuların ellerinde olmadığını göstermektedir. 1999’da bu bronz heykelcik Newyork Metropolitan müzesinde birdenbire ortaya çıkmıştır. 11 Eylül 2001 Amerika’yı korkuya sokmuştur ancak Irak için de çok ciddi bir dönüm noktası olmuştur. Bu olayın arkasında kimlerin olduğunu tartışmayacağız, ancak ondan sonraki aylarda başkan Bush’un özellikle gündemde tuttuğu kötüler grubu (IRAK-İRAN- Kuzey Kore) ve terörist Bin Ladin grubu (güya 11 Eylül katliamının sorumlusu) sayesinde bir kez daha Irak’a karşı savaşa girme fikrini halka da kabul ettirmiş oldu. Bu yeni yüzyılın başında evrensel büyük rehber olan George W. Bush toplumları uyutmayı başararak  misyonunu yerine getirmiştir.

 Amaç da insanlığı “temiz” bir dünyaya doğru götürmek ve yeni dünya düzeninin düşmanlarının da yer almadığı ve Amerika'nın da düşmanlarının özgür ve birleşmiş dünyaya karşı şeytani engelleyiciler olduklarından onların yok edilmesi gerektiğiydi. Amerikan başkanının haçlı seferi, Irak’ın, insanoğlunun doğduğu Abraham’ın ülkesi ve Adem ile Havva’nın bahçesi olduğunu bildiğiniz zaman çok farklı bir anlam kazanır. Bütün bu detayları daha sonra göreceğiz. Mezopotamya’daki kil tabletlerin üzerine kazınmış metinler, uzmanlarda soru işaretleri yaratmıştı çünkü İncil’de de kabul gören bir çok fikri ve genel olarak Yahudi- Hristiyanlık dinlerinde kabul edilen fikirleri sorgulamalarına yol açıyordu; bu da iyi organize edilmiş, terörizme karşı savaşa girmek için bir garanti olarak İncil’i kullanan özgür dünya için iyi bir haber değildi. 2.Körfez savaşı yine pek çok masumun ölümüne ve birçok pisliğin tekrarına sebep olmuştur. Gizlenen gerçekler ve Amerikan tv. kanalları tarafından yayınlanan filtre edilmiş bilgiler bize, sakat kalan, katledilmiş kadın ve çocukların rakamlarını ciddi ölçüde azaltarak vermiştir. Dehşet yalanlar bu saçma sapan savaşı desteklemek için kullanılmıştır. En çok göze çarpan iki tanesinden bahsedelim; Amerikan hükümeti tarafından kullanılan İngiliz sahte raporu Irak’ın toplu imha silahlarına sahip olduğunu ve aralarında kimyasal ve biyolojik silahların da bulunduğunu söyler. Şanssızlık, bu rapor internet üzerinden ulaşılabilen birçok kaynağın toplamıydı, hele bunlardan biri 12 yıldan eski bir öğrencinin tez çalışmasıydı. Bu tezin çeşitli bölümleri yazım hatalarıyla beraber birebir kopyalanmıştı. 


(Not: Biyolojik silahlarla ilgili Irak aslında, İran savaşı döneminde kimyasal silaha sahipti. Eric Laurent’in eserinde Bushların savaşı 2013, 92 yılında Amerikan senatosu tarafından yapılan bir araştırmayla gerçekler ortaya çıkmıştır. Şubat 1985 ve 89 yılları arasında 61 tane biyolojik kültür kargosu Irak’a gönderildi. Bunlarda 19 konteynır anthrax bakterisi Amerikan type culture collection firması tarafından yollandı. Bu şirket, Amerikan ordusunun kontrolü altında olan Ford Deterick laboratuvarı yakınındaydı ve bu laboratuvar hassas biyolojik silahlar üzerine çalışıyordu. 22 Şubat 1985 ile 88 tarihleri arasında aynı şirket Saddam’ın laboratuvarlarına 15 botalinium klostiridyum göndermiştir. Eric Lorent o tarihler arasında Amerikan hükümetinin Irak’a çok tehlikeli başka biyolojik maddeler de verdiğini belirtmektedir.)
İkincisi ise, birinci sınıf asker Jessica Lynch’in hikâyesidir. 3 Nisan 2003 tarihinde Washington Post’a göre Amerikan propagandası onu bir kahraman ilan etmişti. Düşmanlara karşı ciddi bir mücadele vermiş, çeşitli yerlerinden yaralanmış birçok askerin ölümüne şahit olmuş, canlı yakalanmamak için de sonuna kadar mücadele etmiş bir kadındır. New York Times’a daha sonra alevler arasından özel denizaltı kuvvetleri tarafından nasıl kurtarıldığını anlattı. Kurtarıcıları onu, zavallı genç kadının horlandığı Irak hastanesinden kurtarmışlardı. Gerçekte Irak tıp personeli ona çok nazikçe davranmış, Iraklı bir hemşire uyutmak için ona ninniler söylemiş ve ona özel gıdalar tedarik etmişlerdi. Hastane personeli onu Amerikan askerlerine teslim etmeye çalışmış, ancak almamışlar, orada bırakmışlar ve böylece askerler hastaneyi “işgal ederek” onu kurtarmışlardır. Askeri operasyonun şok ve dehşeti, Amerikan hükümetinin gerçek amaçlarına tam bir örnektir. Birinci körfez savaşının aksine Amerikan üst rütbelileri, askeriyedeki yeni teknolojilerde 100’de 1 hata olduğunu söylemişlerdir. Bir kez daha ve yukarıda verdiğimiz Iraklı sivil halkın ölüm rakamlarını da gözeterek bu hikayenin aslında tamamen bir yalan olduğunu ortaya koymuştur. Amerikan askerlerinin başkente girmesinden hemen sonra Unesco tarafından da sınıflandırılan Bağdat müzesi komple boşaltılmıştır. Birkaç gün içinde Musul, Tikrit ve Babilon müzeleri de yağmalanmış ve yakılmıştır. Arkeolojik sit alanları da yıkılmıştır. Birkaç İngiliz arkeolog, değerli Irak kültürünün kaderine üzülmektedir. İngiliz ve Amerikan askeri güçlerinin hırsızlara karşı müzeleri korumadığına tepki göstermişlerdir. Hâlbuki daha askerler girmeden bütün Irak petrol kuyuları güvenlik altına alınmıştır. Irak’ın yeniden yapılanması çerçevesinde Amerikan şirketlerine çok büyük maddi kar getirecek anlaşmalar imzalanmıştır. Bağdat müzesinde ağırlıklı olarak eski Mezopotamya’dan Sümer, Akad, Asur ve Babil medeniyetlerinden kalma 200 bin eser bulunmaktaydı, kaç eserin kaybolduğu tam olarak bilinmemektedir. Hiçbir zaman da bilemeyeceğiz, çünkü hırsızlar katalogları da yok etmişlerdir. Tahminlere göre 170 bin eser çalınmış, geri kalanlar da çok ciddi oranda zarar görmüştür. Antrapolog Elizabeth Stone nasyonal geographic societynin organize ettiği bir seyahatte, bu hırsızlıkların Batı ülkelerinde, Amerika’daki Avurupa ve Japonya’daki zengin kişilerin bu eserleri alma arzularını teşvik ettiğini görmüştür. Londra’daki Pazar, küçük tabletlerle doludur ve bunlar 600 -700 dolara satılmaktadır. Dünyadaki en eski kalıntılara sahiplik yapan bu ülkedeki hırsızlıklara karşı Bush’un duyarsız ve destekleyici tavrı uluslararası toplumlarda kınanmıştır. Unesco tarafından 1954 yılında Lahey’deki bir anlaşmaya göre askeri çatışmalar esnasında kamu mallarının korunmasını kapsayan maddede dışarıdan müdahale eden ülke ve askeri harekatlarda bozulabilecek kültürel değerler koruma altına alınmalıdır. Lahey anlaşmasında savaşta olan milletler, mücadelelerini, kültürel değerleri korumak amacıyla onlardan uzakta yapmalılar ancak şu da doğrudur ki büyük sömürücü ülkeler bu anlaşmayı imzalamayan nadir topluluklardandır. Birçok uluslararası arkeolog ve araştırmacı, Irak müzelerinin soyulmasının ardında Amerikan koleksiyoncularının olduğunu belirtmektedirler. 17 Nisan 2003 Paris’te Unesco’nun uzmanlarının toplantısında bu arkeolojik eserlerin çalınmalarının çok iyi organize olmuş gruplar tarafından yapıldığını ve hırsızların gizli bölümlerin, kasaların anahtarlarına da sahip olduklarını belirttiler. Doni George Bağdat’taki Irak ulusal müzesinin araştırma ve çalışma müdürü AFF’ye yaptığı bir açıklamada hırsızların mahzenlerdeki eserlerin kopyalarını almadıklarını, sadece orjinalleri aldıklarını söylemiştir. Bu da, hırsızlığın organize olduğunun bariz ispatıdır ve bu şebekede uzmanların da bulunduğunu ve yabancıların menfaatine çalıştıklarını göstermiştir. Aynı tarihlerde Londra’da dokuz arkeologdan oluşan bir grup, The Gurdian gazetesinde koalisyonda olan hükümetlere bir metin yayınladılar. 1994’te kurulan bir kurum American Counisil For Culturel Policy Amerika’nın savunma ve devlet bölümleriyle pazarlığa girerek Irak kültürel mirasının korunması kanunun yumuşatılmasıyla ilgili bir anlaşmaya varmışlardır. Bunun amacı, Irak’taki eserlerin, daha güvenilir bir yere yani Amerika’ya taşınmalarıdır. Bu bilgi aynı tarihlerde Newyork Times’da da yayımlanmıştır. 2002 Kasım ayında “artnewspaper” dergisinde, “Irak tarihi bizim de tarihimizdir” adı altında bir makale yayınlanmıştır. Burada ACCP derneğinin gelecekteki Irak kurumlarına desteğini önermekte ve teknolojilerinin daha ileri olduğundan verimli kazılar yapılabileceğini belirtmiştir. Makalenin başlığı çok belirleyicidir. Arkeologlar ve avukatlar Amerikan hükümetine baskı yapmakta ve askeri stratejilerini geliştirirken Irak’taki kültürel mirası da göz ardı etmemelerini rica etmişlerdir. En muhteşemi de ACCP’Nin Bush idaresiyle çok sıkı bağlarının olması ve Newyork Metropolitan müzesinin eski avukatı tarafından kurulmuş olmasıdır; yani 1999’da Kerkük müzesine ait olan birinci körfez savaşında çalınan meşhur bronz heykelin bulunduğu müze, ve ACCP Irak’ta yapılan hırsızlıklarla hiçbir alakası olmadığını da iddia etmektedir. Tüm bunlar hakkında ne düşünmeli? Hiçbir toplu imha silahı bulunmamasına rağmen Irak’In işgaline karar vermek niye? Kim bu vesileyle Irak kazılarının ve milli müzelerinin soygununu planlamıştır? Petrol ve hırsızlıklar, Amerikan hükümeti tarafından korunan gizli organizasyonlar ve petrol şirketlerinin tek amacı mıydı? Ya da bu sadece buzdağının görünen yüzü müydü? Ağustos 2001’de askeri güçlerinin sanayi üniversitesinde ekonomik bilimler profesörü Donald Losman’ın araştırmasında (economie security, a nasyonal security folly) Amerikanın ortadoğudaki petrol rezervlerinin güvenliğini sağlamak için her yıl 30-60 milyar dolar harcadığını belirtmiştir, halbuki 92 ile 99 yıllları arasında petrol ithalatı 10.25 milyar dolardır. Özet olarak petrolün milli güvenlik sorunu olmadığını ve askeriyeyi ekonomik rahatlık için güya kullanmak tamamen ahlaksızlıktır. Artık biliyoruz ki Amerikan petrol şirketlerinin paralarını çoğaltmakta ancak körfez bölgesine bu kadar askeri göndermenin de ana amacının nedeni olmadığını görüyoruz. Bahse girerim ki Amerikan güçleri petrol aktığı sürece bu bölgeden hiçbir zaman çıkmayacaklar, dincilerin ve yerel halkın sert tepkilerine karşı uluslararası özel şirketler belki yavaş yavaş terk etmektedirler ama Amerika o ülkenin kontrolünü elinde tutmak için uyduruk bir hükümeti ülkeye yerleştirecektir. Petrol halen bugün varolduğu sürece tehlikeli bir politik silah olacaktır ve bir şantaj aracı olarak kullanılacaktır. Aynı zamanda Amerikan devine karşı bağımsızlığını biraz gösteren ülkelere karşı da, enerjilerini tedarik etme konusunda kontrolü ele almış olacaktır. Irak’taki emperyalist, saldırgan olaylar, koalisyondaki ülkeler arasında birçok istifaya neden olmuştur. Bu da gezegenimizdeki diplomasinin büyük bir tehlikede olduğunu göstermektedir. Amerikan hükümetinin savaştan sonra Irak’a barış planını yerleştirmemiş olması ve ülkeyi de kronik bir güvensizliğe doğru sürüklemesi bize aslında barışın, ana planları içinde olmadığını göstermektedir. Aslında Amerikan hükümetinin amaçları gerçekten barış mıydı, çünkü biliyoruz ki bu gezegendeki açlığı yok etmek için sadece 15 milyar dolara ihtiyaç vardır. Sipri’ (Stockholm Peace Resarch İnstitute)ye göre sadece 2002 yılı için Amerikan şirketlerine silah ihracatı 101 milyar dolar sağlamıştır. 2002 yılında Amerikan askerî bütçesi 370 milyar dolardan bir yılda 383 milyar dolara çıkmıştır. Bu para üst teknolojik silahların yapımını sağlamış ve meşhur Amerikan füzesavar kalkanını geliştirmesini de garantilemiştir. Sonuç olarak Amerikan hükümetine daha ne diyelim ki, Irak rejimine güya işbirliği yapmadığı için sinsi bir askeri çıkartma planlamıştır. Altyapılarının incelenmesinde BM denetleyicilerine izin vermeyerek silahsızlanma mecburiyetine karşı ihlalde bulunmuştur. Hepimiz hatırlarız ki 2002 yılı sonunda Irak sınırlarına Amerikan güçleri dolarken ve böylece bütün dünyayı ve BM ‘i kendine esir ettiği bir dönemde, Irak zaten her şeyi kabul etmişti. Ancak Amerikan savaş makinaları bir kez çalışmaya başladığında hiçbir zaman durmaz. 1993 kimyasal silahlar anlaşmasına göre, imzalayan tüm taraflar ellerindeki kimyasal silahları deklare etmeye ve onları yok etmeye ve hiçbir zaman onları geliştirmeye veya taşımaya izinleri olmayacaktır. Ancak biliyor musunuz, emperyalist Amerika tüm bunlardan bir tek kendisi muaftır. Size daha sonra açıklayacağım olaylarda göreceğimiz gibi bu gezegendeki her şey, sadece sonsuz bir tarihin tekrarıdır ve Irak’taki çıkarlar yalnızca petrolle ilgili değildir. Anlayacağınız gibi Irak’a sahip çıkmak psikolojik olarak karanlık hükümet için büyük bir önem taşımaktadır. Aynı zamanda dünyadaki askeri projeyle ciddi bir bağlantısı vardır, o da cumhurbaşkanı Reagan’ın isimlendirdiği “Star Wars” projesidir.



3 - Karanlığın Kontrolü Altındaki Medeniyet
Bu bölüme başlamadan önce özellikle belirtmek isterim ki Amerikan halkına hiçbir antipatim yoktur, ancak bedava bir anti Amerikancılık partizanlığı da yapmamaktayım. Burada bahsettiğim konular Amerikan hükümetinin uyguladığı karanlık pratikleri vurgulamak amacıyladır, ki bunu da zaten bütün dünyanın gözü önünde yapmaktadır. Giriş olarak sizlere Amerikan hava ve denizcilik donanmasında eski bir subay olan Milton William Cooper’nin eserinden bir bölüm vermek istiyorum; Milton aniden ordudan ayrıldıktan sonra 1979’da iki tane başarısız suikast denemesinden kurtulmuş ve CIA ajanları tarafından yapılan ölüm tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır. Cooper, 16 yıl sessiz kaldıktan sonra birçok eser yazmıştır ve halka Amerikan denizcilik gizli servislerinde çalıştığı dönemdeki çok gizli bilgileri açıklamıştır. Cooper, 5 Kasım 2001 yılında Arizona’nın Eagar bölgesinde garip bir şekilde öldürülmüştür. Bir sonraki eserinin yazımında evinde çalışırken, evine girme izni vermediği için yerel şerifin yardımcıları tarafından vurulmuştur. Amerikan basınında yer alan bu baskının nedeni Cooper’ın 1992’den beri vergilerini ödemediği ve bu nedenle sosyal bir tehdit oluşturduğu bahanesiydi. 1989’da yazdığı bir metinde “littleton dramı" ile bir benzerlik bulunmaktadır. Nisan 1999’da (iki öğrenci okulun bahçesinde ateş açarak 12 liseliyi öldürür) ve 11 Eylül trajediyle arasında bir  dolu benzerlikler göreceğiz. İnsan olmayan bir grubun müdahalesi, insanlığı gizlice maniple etmektedir. Birazdan hep beraber inceleyeceğimiz bilgilerle uyuşmaktadır.
Metinden alıntı: “CIA uzmanları, Orion olarak adlandırdığı bir yönteme başvurmaktadırlar.  Buna göre zihinsel sorunları olan bir kişiye uyarıcılar vermektedirler. Ondan sonra hipnoz altındayken ona, mesela öğrencilerle dolu bir okulda ateş açmayı empoze ettiler. Bu insanlar kıtada kriminal dalgaları bahane ederek büyük şehirlerde korkunç bir anarşinin olduğuna halkı ikna etmek için kullanırlar. Her gün bu yöntemle bizi taciz etmektedirler. Gündüzleri gazetelerle ve geceleri televizyonla. Bu fikri tamamen benimseyen kamu düşüncesi oluştuğunda bize bir terörist grubun nükleerle silahlandığını ve ülkeye girerek bir şeyleri patlatma niyetinde olduğunu belirtecekler. Hükümet anayasaya karşı gelerek sıkıyönetim ilan edecek. Bütün tarih boyunca uzaylılar, din, büyü, cadılık, okültizm ve çeşitli gizli topluluklar yoluyla insanoğlunu kontrol ve maniple etmişlerdir. Resmi hükümetler tamamen uzaylılar tarafından aldatılmışlardır. Onlar bizi kölelik boyutuna indirerek, tamamen insan türünü yok etmeye kadar gidebilirler. Eğer köle olmazsak bizi bile yok edebilirler.”  (Gizli Hükümet kitabı 1989)  

          Kendimi tanıtıyorum; ben bir enkarne varlığıyım, sizin gibi… Ve bu gezegende yaşamaktan gurur duyuyorum. Burada özgür irade etkilidir ve bir dolu bilinç şu anda hızlı bir şekilde yükselmektedir. Bendeki bir sürü sırrın gözümde hiç değeri yoktur ancak sizlerden bazıları için birtakım hayatları yok etmek, onları öldürmek gibi, hırsızlık yapacakları kadar değerlidir. Onlara bir çift sözüm var; daha fazla hayat çizginizi ağırlaştırmayın ve daha fazla aramayın. Bugün bu sırlar büyük bir kitleye açık olacak ve eskiden olduğu gibi gizli karanlık gruplara ait olmayacaktır. Karanlık gruplara gelince, umarım ki bir gün büyürler ve gerçek bilgeliğe götüren yola rehberlik yapmaya çalışmadan önce birbirlerini daha fazla sevmeyi öğrenirler. Bu sırları saklamak uğruna kaç hayat yok oldu ve kaç kurban verildi. Bu üçkağıtçıları korumak amacıyla ne kadar çok enerji tüketildi, buna rağmen kaos dönemi sonuna gelmektedir artık. Dünya, bu gezegene düşmüş ve sürgün edilmiş bu astral hayvanının pençesinden kendini kurtarmak için bir mesihi veya kurtarıcıyı beklememekte, bu büyük komplonun temsilcilerinin hizmetine girmekten bıkmış olarak gün geçtikçe git gide uyanmakta. İpler o kadar kalın ki, zaman içinde göz önüne çıkmakta. Sadece Avrupa’yı ele alırsak, her sene politikacıların çeşitli olaylardaki rüşvet skandallarının ortaya çıkması, bu gezegendeki bazı işlerin idarecileri hakkında büyük şüpheler duymamıza neden olmakta. Mesela idari evrakların yanması... Kanla bulaşan (AIDS) hastalıklar skandalları, deli dana olayı, kolektif bir sorumluluk… Ama sorumlusu ortada yok. Biraz daha zorlarsak gerçek suçlu halk bile çıkabilir. Bakanlarınız ve idarecileriniz her türlü şüpheden 99.9 temiz çıkmakta. Bütün bunlar size, sisteminizin şaşırtmaca ve sapıklığının çok basit bir açıklaması. Dünyanız, etoburların kileridir. Cumhurbaşkanlığınız ve idarecileriniz, bazen kendileri dahi bunu bilmese de onların ortaklarıdır. Birçoğunuz gibi, evrensel bir varlığın gelişmesinin çeşitli evrelerini çok iyi biliyorum ve biliyorum ki eğer senin gibi birisini, bir insanı kullanırsan, yukarıda seni yargılayacak kendinden daha büyük  bir yargıç yoktur. Bunu kendine sen yapacaksın. Bunları çok iyi biliyorum çünkü ben de eskiden Gina’abul olarak adlandırılan astral hayvandım. Ve çok yıllar önce onunla beraber bu yabancı dünyaya, gezegeninize geldim. Biz buraya Uras diyorduk. Astral hayvanların bir kısmı artık benimle işlerinin bittiğini düşünüyorlardı ama hiç de öyle değil. Ben bir kahraman değilim, bir Mesih değilim. Sadece doğru zamanda buradaydım. (veya kötü zamanda) Bu grubun çeşitli elemanları bana hain diyecekler; çünkü bizden olana ihanet edilmez. Türlü farklılıklarımıza rağmen eğer ortak bir düşmanımız varsa Gina’abullar beraber mücadele ederler. Ancak Anunna olarak adlandırılan üçkağıtçı Gina’abulların bilmediği ise benim artık onların gerçekliklerinden ve ırklarından tamamen kopmuş olduğumdur. Bugünkü organizasyonlarını ve stratejilerini tamamen bilmiyorum fakat en ufak sırları bile hafızamdadır. Size tüm bu sırları artık açıklayacağım çünkü sizi gizlice idare edenleri daha iyi anlamanız gerekmekte. Gina’abulların baskın bir kısmının ortak düşmanısınız. Fakat öyle verimli ve gereklisiniz ki her şey çok önceden ayarlandı; sizi günlük  hikayelerle ayakta uyutarak, sanki kendi hayatınızı kendiniz idare ediyormuşsunuz havasını veriyorlar, köle bir vatandaş gibi… En sinsi şekilde sizi öyle binlerce yıllık bir sisteme dolamışlar ki bu nedenle hala Tanrıların bahçesinde yaşayan eski zamanlardaki kadın ve erkek pozisyonundasınız. Dev kilerin, uysal, kör ve üretici çiftçilerisiniz. Bu üçkağıtçılar, sistemlerini, sizin Reptilian beyninize (sürüngen beyin) göre uygulamakta. Eğer memeli beyniniz üste çıkarsa, (duygusal faaliyetlerin merkezi) bu varlıklar için bir yatırım olmaktan çıkarsınız, çünkü beynin bu kısmı hesap yapmaz. Bilin ki sadece günlük verimliliğiniz ve oradan kazandırdığınız kazanca göre değerlendiriliyorsunuz. Eğer ola ki bir gün memeli beyniniz üste çıkarsa ve onların beklediği gibi artık topluma hizmet etmezseniz bu rejimin de dışına çıkmış olursunuz. Yani bu gezegendeki bütün ülkelerin ortak mantığının dışına…. Böyle bir durumda sistem, otomatik olarak sizi aşağılayacaktır.

 (Not: Bildiğiniz gibi insan beyni üç seviyeden oluşur. Sürüngen beyin, memeli beyin ve neokorteks bölümü. Reptilian beyin ilkel primitif yapıdadır ve ona paleokorteks de denilir. Bu sürüngenlerle aynıdır.  İçgüdü, refleks, ancak duygusuz refleksler ve ani çıkışlar, yani hayat kalma beynidir bu. Harekete geçme hızı anidir ve memeli beyne göre 3 katı daha tetiktedir. Neokortekse göre de otuz kat daha hızlıdır. Sürüngen beyinden ikinci kitapta daha çok bahsedeceğiz.)

Sizden nefret edecek ve idari işlere bunu bırakacaktır. Dünyalı köylü yavaşça uyanmakta ve çok yakında çok zor bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Yeniden yılanın (nahashe) sözüne mi inanacak, yoksa gezegendeki komploya ortak olan temsilcilere mi kanacaksınız? Irak toprağı “Diranna” olarak adlandırdığımız yıldız kapılarıyla doludur. Gezegendeki bu bölgeye yerleşmemizin tek sebebi budur. Sadece orada 25’e yakın kapı mevcuttur. Yoğunlukları değişmektedir. Bu dünyada çok büyük ve tamamen istisnai bir durumdur. Akadien mitolojisinin de doğruladığı gibi (Atrahasis efsanesi) Dicle ve özellikle Fırat’I bizzat açtık ve bu kilit önemdeki bölgeyi tatlı sularla besledik. Bu yerleşimlerin pek çoğu muhteşem şehirlere dönüştü ve ilk hükümdarlığımız bu bölgede oluştu. 25 Kapının içinde körfezdeki 7 kapı da bulunmaktadır. Bugün onlar denizle kaplanmıştır. Eskiden, sulara gömülmeden önce bu yedi kapı, Amerikan askeri güçlerinin elinde tutuluyordu. Bağdat Abu-shareaine (Eridu) Niffar (Nippur), Tellal-Muqayyar (UR) veya Babil gibi şehirlerde “dirannalar” vardır. Asur’cada Babili (veya tekil olarak Babilu) Sümercedeki karşılığı ise Ka-diure , tanrının kapısı ve Eu-An-Na, ikisinin gücü ya da kontrolü demektir. Ancak Babili, Sümercede Ba canlı varlık veya kehanet, Ab açılış-pencere, İli taşımak, yükseltmek. Yani Ba-ab-ili, canlıları taşıyan açıklık anlamına gelmektedir. Burada Arapçada Babel’in tam olarak tercümesi, Tanrının kapısıdır. Babil’in yıldız kapısı, bu bölgenin en önemlisidir ve astral hayvan tarafından da en çok kullanılanıdır. Bir Diranna’yı uygun olarak kullanabilmek için ona uygun bir uzay aracına sahip olmalısınız. Aynı zamanda yönünüzü çok iyi hesaplamanız için de bir program gerekir. Bu aynı gezegen üzerinde başka bir kapıya da gidebilir ya da başka bir gezegene de gidebilirsiniz. Neticede Diranna’yı çok hızlı geçmelisiniz, yoksa hiçbir etkisi olmayacaktır. Ya da dünyaya paralel olan evrenlerden birinde kaybolabilirsiniz. Bu, kur-bala, kur-gal olarak adlandırdığımız alt seviyelerde de olabilir. Uygun hıza ulaşıldığında süpersonik ses mutlaka duyulacaktır. Biz böyle yapıyorduk ve antik Babilon döneminde de bu aynen geçerliydi. Sonraki iki alıntıda da  göreceğiniz gibi, çıkan süpersonik sesleri ve uçan araçları, uçan ejderhalara benzetiyorlardı.
Eski Babil yazıtlarından birinci Alıntı: derler ki Babil kalesinin etrafında ve bu antik Babilin çölünde dev ejderhalar yaşarmış. Sesleri ve kükremeleri insanları korkuturmuş. Speculeume, Naturale D.Vincent Deauvais… İkinci bir alıntı, “ ve duyuyoruz, Babilden gelen bir ses, bir titreşim, öyle güçlü ki Akilon tarafından dünyayı sarsar kadar güçlü. Yahudilerin yaşadığı Jüde bölgesindeki Yahudi halkı öldürüldü,bütün şehirleri yalnızlığa terk ettiler ve insanların yerine ejderhalar yaşar oldu.” Jerome Commentant isasiam. 
(Not: Uçan ejderhalar, dünyadaki birçok geleneğe göre (mezopotomya Amerika Hindistan Afrika Avustralya Çin Japon) tanrıların bir hayvan şekli aldığını ve kanatları sayesinde gökte seyahat ettiklerini anlatırlar. Onları ejderhalara veya uçan yılanlara benzetirler.)
 Her gezegenin bir Diranna’sı vardır. Diranna’lar direkt olarak zamanın olmadığı tünellere açılırlar. Ve herhangi bir kişiye bu evrende hareket ve seyahat imkanı sunmaktadırlar. Bu vortekslerde zaman kavramı yoktur. Bir nevi evrendeki otobanlardır. Bu hikayede de göreceğiniz gibi bu yıldız kapıları bize evrende çok büyük bir mesafe kat etmeyi sağlıyordu. Bir gezegenden bir diğerine gidebiliyor, göz açıp kapayana kadar dünyada çok geniş alanları gezebiliyorduk. Güneş sisteminizde yer alan büyük savaş esnasında gezegeninize inmemizi sağladı. “Gigirlah” sayesinde hareket ediyorduk. (Gigir-lah, Sümercede ışıldayan tekerlek) sizin için bunlar uçan daireler. Dünyanın efsanelerine göre bu araçların bir çok egzotik ve çeşitli tanımlamaları vardır.
Alıntı: “tanrılar tanklarını hazırlıyorlardı. Jastabi (savaş tanrısı) tankının üstüne atlayarak bütün tankları bir araya topladı. Bir şimşek sesiyle beraber denize doğru yöneldi.” 3.Tablet Huritteullihummi şarkısı, Kuzey Suriye.
Alıntı: “Bir ses duyuyoruz bu oval bölgeden. Büyük Tanrı onların önüne geçerken sanki fırtınalı bir gökyüzündeki şimşek sesi gibi. “ Amduat (3.thumetmosis mezarlığı Mısır)  Mumyalanmış bir Tanrıça uçan bir yılanın üzerinde yıldızlara doğru seyahat eder. Metin, Tanrıçanın saatleri aldığını ve yıldızları yuttuğunu belirtiyor. Bu da çok net bir şekilde uzak ve zamandışı bir yolculuğa gidildiğini belirtmekte. Birçok kültürde Tanrıların gökyüzünde, kanatlı dairelerle uçtuğunu anlatır.
Alıntı: “İşte şimdi vara (rüzgar)nın büyük tankı onunla gelmekte ve gürültüsü de şimşek gibidir. Işığa gururlu bir kırmızı renk vermekte ve dünya üzerinde onu döndürmektedir.” Rigveda-Hindistan
Alıntı “İşte Yahve ateşler içinde geliyor ve tankları da kasırga gibi. Kızgınlığını sakinleştirmek  için ateşten alevler saçmakta. Çünkü ateşle Yahve kendini hakim yapar  ve kılıcıyla bütün canlılardan kurban almıştır.” İncil- Ortadoğu
(Not: Yahve’nin yani İncil’deki Tanrının ne kadar sevgi ve huzur dolu olduğunu görüyor musunuz? Size İsaiye kitabını okumanızı öneririm. Böylece Tanrının kurallarına saygı gösterilmesi için nasıl da insanoğlunu korkutmuştur. )
Alıntı:  “KAchinalar çok hızlı hareket edebilirler. Hızlıca yer değiştirebilirler ve bu cümleyi söylerken çok uzun mesafeleri kat edebiliyorlar. Araçları manyetik güç sayesinde uçmaktadır. Bunu dünyanın çevresinde dolaşırken de uyguluyorlar. Eğer bir sukabağını ikiye bölersek, bir kupa elde etmiş oluruz. Eğer onları birleştirirsek eskiden kullanılan araçların şeklini buluruz. Hopilerde, biliyoruz ki bizlerden bazıları da bu araçlar da uçtu ve biliyoruz ki bunlar başka ülkelerde de kullanıldı.” Arizona’daki Hopi Kızılderilileri – Beyaz Ayı
11 Eylül 2001 sadece Irak’a karşı yeniden savaşa girme fikrini ortaya koymadı aynı zamanda Bush idaresinin füzesavar kalkan projesini, yani eskiden Star Wars olarak adlandırılan projeyi de yeniden başlatmasını sağladı. Projenin başlatılma tarihinden itibaren (1983) Amerikan vatandaşları 70 milyar dolardan fazla para akıttılar. Bu füzesavar savunma sisteminin çeşitli versiyonlarının geliştirilmesine bağlı araştırmalar içindi. Ve savunma sektöründeki büyük şirketler bu sayede dev miktarlarda paralar kazandılar. Birkaç yıldan beri bahane aynıdır; terörizm. Amerikan hükümetine göre serseri devletler (Kuzey Kore, İran, Irak) 2002 yılından beri uzun menzilli kıtalararası gidebilecek balistik füze yapma imkânına sahiptiler. Gerçekte, şok ve şaşkınlık operasyonu içinde bu ülkelerden hiçbiri Amerika kıtasına bin km. yakınına gelme kapasitesine sahip değillerdi. Amerikan hükümetinin tahminleri, ateşli açıklamaları ve göya ispatları uluslar arası topluluklar tarafından tepki görmüştür ancak 2003’teki Irak’ın kanlı işgalini de engelleyememişlerdir. Uluslararası terörizm iyi bir yöntemdir. Çünkü onu dünyaya yayma imkânınız vardır. Bunu da çok ustaca, dünya çapında bir güvensizlik ortamı yaratarak Müslüman halkların da hakaret görmelerini de böylece sağlamış oldular. Ancak insanlık aldanmasın, terörün saltanatı Amerika’nın da popüler bir ülke olmadığını göstererek ayakta kalabilir. Böylece bütün dünya toplu bir korku içinde bulunarak aşırı silahlanmayı ve ultra teknik savunma araçlarını da kullanma hakkını doğurmuş oluyor. Bu silahların bazıları çok çok gizli. Peki tüm bunlar ne için? Burada bilgisayar sayesinde tüm gezegendeki insanları kontrol altında tutmak değil sadece amaç;( internet, telefon, sigorta, banka, sosyal güvenlik, posta vs.) bilimkurguyu aratmayacak şekilde,teknoloji sayesinde size hükmetmek!.. Eskiden Star Wars olarak adlandırılan füzesavar kalkanı (aslında gerçek Fransızca tercümesinde bu yıldız savaşları olmalıydı. Bu isim çok resmi olduğundan değiştirilerek Ba(balistic misil defense) ve son olarak da NMD yani nasyonal misil defans adını almıştır.) Bugün bu oyuncak resmi olarak iş görmemektedir. Ancak Amerikan kamu fonunda iyi para gömmüştür. Bu kalkanın amacı, Amerika kıtasını ve müttefiklerini terörist bir saldırıya karşı korumaktır. 80’li yıllarda Reagan döneminde bu kalkan, dışarıdan gelebilecek olan saldırılara karşı tek savunma sistemi olarak öngörülmüştü. Birçok kişi o zaman bu açıklamaya gülmüştü. Ancak bugün bu gezegenin karanlık hükümeti sayesinde görüntüyü kurtarmak için “terörizm” kullanılmaktadır. Füzesavar kalkanının gerçek amacı halen aynıdır; birkaç on yıl içinde ortalık siz farkına varmadan askerileşmiştir. Dünya’nın karanlığın kontrolü altında olduğunun sebebini anlayabilmeniz için dünyanın karantinada olduğunu anlamanız gerekiyor. Mavi gezegene astral hayvanların geldiğinden beri çok eski atalarınız, bu gezegende gene orijinleri yabancı olan bir elitin hizmetinde olmuşlardır. 
 Gezegenin her köşesinden gelen efsaneler, Bu Tanrıların despot olduklarını ve atalarınızın da onların kızgınlıklarını yatıştırmak için durmadan adaklar sunduklarını anlatır. Bu hikâyede açıklanacak nedenlerden dolayı astral hayvanlardan bir kısmı bu dünyaya gelmiştir. Bu yerleri sahiplenmiştir ve topraklarınızdan pek çok zenginlik çıkarmışlardır. Astral hayvanlardan birçok kısım (gerçek adları Gina’abul) bu gezegen ve yaşayanları hakkında çok ciddi anlaşmazlıklar içindedirler. Bu konuyla ilgili birbirimizi öldürdük ve siz de bundan zarar gördünüz. Gina’abulların büyük çoğunluğu ve özellikle Anunna olarak adlandırılan alt ırk, başka gruplarla sürekli çatışıyorlardı ve diğer gruplar da bu dünyadan değillerdi. Bu dünyadan olmayan diğerleri, bu evrenin planlamacılarıydı ve adları Kadistulardır. Her şeye rağmen hepimiz burada kaldık, çünkü hayat daha kolaydı ve diğer bir neden ise Kadistuların müdahaleleriyle git gide çeşitli kolonilerimize geri dönüşümüz imkansızlaşmasıydı. Binlerce yıl boyunca Anunnaların engellemelerine rağmen atalarınız gizlice Kadistularının ve burada sıkışıp kalmış bizlerin de bir kısmının desteğini almışlardır. İnsanoğlu zorlukla da olsa biraz özgürlüğe benzeyen bir duruma sahip olmuştur ama her zaman Gina’abul- Anunnaların kontrolü altında kalmışsınızdır.  Bugün bile durum değişmemiştir. Halen üzerinizde baskıları vardır ve halen yozlaşmış sistemlerine hizmet etmektesiniz. Bunların hepsi gezegendeki ultra gizli bir hükümete bağlıdır ve sizinle de dünyadaki çeşitli kaynaklarla monopoly oynarcasına oynamaktalar. Bütün bu binlerce yıl boyunca peşpeşe gelen savaşlar ve çatışmalara baktığımda Gina’abullar arasındaki kavganın henüz bitmediğini görüyorum. Bugünkü amaç şöyledir; kendi çocuklarının desteği ve diğer sahtekâr ortaklarıyla gizlice çalışarak değerli tutsaklarının kontrolünü kaybetmek istemiyorlar, yani sizin. Siz onlara sadece yaşamaları için ihtiyaç duydukları malzemeleri üreterek destek olmuyorsunuz, aynı zamanda kolektif egolarını da şişiriyorsunuz ve sizin frekanslarınıza bağlanmalarını da sağlıyorsunuz. Siz olmasanız onlar bu gezegende varlıklarını sürdüremezler. Daha geniş olarak 2. Ve 3. Kitapta anlatacağım. Buna ek olarak bu göç edilen dünyada tek başlarına yaşayamazlardı çünkü evrendeki hiçbir yerde böylesine suçlu varlıklar barındırılamazlardı. Yani Gina’abullar bu güneş sistemindeki dünyaya yerleştiler ve herkese karşı savaştılar. Şu 200 yıl içinde teknolojik gelişme dev bir adım atlamıştır ve bu tamamen anormal bir fenomendir. İnsanlık tarihinde böyle bir şey görülmemiştir. BUyrada insan türü garip bir şekilde ilham almıştır. Astral hayvanın kötü ve baskın kısmı, varlığını gizlemeyi becermiş ve sizin uyanışınızı kontrol altında tutmak için bu teknikleri sinsice kullanmıştır. Birkaç saniye 11 Eylül 2001 olaylarının politik olarak şekillenmesine bakalım; özellikle Amerikan iç güvenliğine, burada biraz zaman ayırmak önemlidir çünkü bu Amerikan reformları önümüzdeki yıllarda tüm dünyaya yayılacaktır. 11 Eylül olayından tam bir yıl sonra Amerikan hükümeti CIA ve güvenlik bölümlerinin manevra alanlarını genişletecek kanunları kökten değiştirdi. Böylece vatandaşları üzerinde tamamen kontrolü ele aldı. Bu tedbirlerden bir kısmını siz de görün; 
1-USA patriot AC’ın kabulü 2001 ekim ayında bu yeni kanun Amerikan toprakları üzerinde teröristleri harekete geçmeden engellemek ve cezalandırmak içindi. Kanun, internet sayesinde vatandaşları izlemekte, telefonları dinlenmekte ve banka hesaplarını inceleyebilmektedir. 
2-İç güvenlik: Başkan Bush’un isteği üzerine iç güvenlik bütçesi 2 katına çıkarılmıştır ve 19 milyar dolardan 37.7 milyar dolara yükselmiştir. 
3-Askeri bütçe: daha önce de bahsettiğimiz gibi Amerikan bütçesi bir yılda 13 milyar dolar artmıştır.
4-yabancıları denetleme sistemi: Amerikan topraklarına her yıl gelen 35 milyon yabancıyı izlemeyi sağlayan bir sistem. Çok büyük, devasa bir bilgisayar sistemi hakkında fazla bir şey bilmiyoruz ama resim ve dijital parmak izi bu sınırlarda alınmakta ve çok sık denetleme yapılmaktadır. Zaten artık havaalanından çıkmasanız bile aktarma yapmak için Amerikan vizesi almanız lazımdır. Şu satırları yazdığım sırada yabancılara elektronik çip takma fikri henüz kabul edilmemiştir.
 (Not: emimim ki duymuşsunuzdur, bu gezegendeki gizli ve karanlık hükümetin en önemli projelerinden bir tanesidir ki, o da bütün dünyadaki insanlara elektronik çip takmak! Ve bunu da sanki git gide teröristlerle dolu güvensizlik ortamına bir çare olacakmış gibi göstererek yapacaklar. Uydular sayesinde vatandaşlar  hemen bulunacaktır. Bu elektronik çip tamamen sahtekarlıktır ve kabul edememelidir. Onun sayesinde sizi istediği gibi izleme şanısına sahip olacaktır. Bu bir bilimkurgu değildir. BU sizin hayatınızdaki kredi kartları, sağlık sigortası numarası, sigortalarınız, bankanız, postaneniz, taşıma araçları kartlarınız, internet vsnin bir parçasıdır. İstemeseniz de hepiniz fişlenmiş durumdasınız. Bu evrensel çiplemenin amacı size ait olan bütün bu çeşitli numaraları tek bir tanenin altına toplamaktır. Zaten bankaların giderek çek defterlerini de kaldırmak istemesi planın bir parçasıdır. Bu tek numara sayesinde her şeyi yaparsınız ve onsuz hiçbir şey yapamazsınız. BU gizli hükümetin diğer planı nakit parayı da yavaş yavaş yok etmektir. İnsanoğlunu kullananlar, onları hayvanlar gibi damgalamak üzerinizde tamamen kontrolü sağlamak istiyorlar. Zaten ev hayvanlarına çip takılmakta bu da sizi alıştırmak için yapılmaktadır. Yerleştirilmeye çalışılan yeni dünya düzenini yani bu yeni sistemin köle vatandaşları olmanızı istiyorlar. Avrupa ekonomik krize doğru hızlıca ilerlemekte bu da Avrupalının, kendisine verilecek olan kodlanmış özel rakamını kullanması içindir. Bu sanal para çağı olacaktır ve bu yeni sistemin görünmez parasıyla yaşamak zorunda kalacaksınız. Numarası olmayan tamamen dışlanacaktır. Bu da bize incilde bahsedilen kısmı hatırlatır, apokalips bölümü “manevraları sayesinde (astral hayvanın gizlice bozduğu sistem) hepsi küçük ve büyük, zengini fakiri özgürü kölesi, sağ eline ve alnına damga yiyecektir. Ve hayvan adına damgalanmayan veya onun adındaki rakamı almayan hiçbir şey satıp alamayacaktır.” Bundan birkaç yıl önce hayvanın rakamı 666 ortaya çıkarılmştur. Satışa sunulan ürünlerdeki kodlama sisteminde onu buluruz. Bütün barkodlar aynı şekilde 3 tane 6 ile kodlanır ve 3 çift uzunlamasına çizgiyle belirlenir. Bu kodlama sisteminin yaratıcıları teknik bir düzen için bunun gerekli olduğunu ifade etmişlerdir ama niye 6 yerine başka bir rakam kullanılmamıştır? Bu sayede, gezegendeki bütün ürünlerde 666 rakamı bulunmaktadır. Bu gaspçılar ve üçkağıtçı hükümetler sembolizmi severler ve bunu bize 3 tane www. İle göstermişlerdir. İbranicede (waw veya wau) w’nun numerik değeri 6’dır. İnternetin bu fantastik evrenine girebilmek için siz hep bu www. Yani 666’yı kodluyorsunuz. Waw işareti bir çengeli temsil eder. Yahudi Kabalası bu waw’ın kutsal varlığın ayrılmasını yani boşluğu temsil eder. Yani wa duygular ve arzular üzerinde etki eder. Daha bitmedi; waw İbranicede aynı zamanda göz ve kulağın da sembolik anlamıdır. İnternetteki gizli anlamı da bize açıklamış oluyor. Bu da karanlık hükümetin hayatınıza internet sayesinde sizin isteğiniz dışlında ve saygısızca, hayatlarınızda neler olduğunu görme şansına sahiptir. Dünyanın globalleşerek informatik yayılması, açık bir şekilde insanlığın tamamen köleliğini sağlamaktadır. (İngilizce web terimi, örümcek ağı demektir.) Bunun yanı sıra İbranicedeki waw astrolojik olarak Başak burcuna denk gelir, bu da apokalips'teki hayvana eşlik eden o meşhur fahişedir. 2 ve 3. Kitapta hangi anlama geldiğini daha iyi anlayacağız. Ancak insanoğlunu maniple etmek için kadın gücünü ters bir şekilde nasıl kullandıklarını da burada açıklayayım. Barkod ve çip konularını kapatmak için rfid (radyo freqancy identification) çipinin gelişimini de not edelim. Bu, anteni olan akıllı elektronik etikettir. Verileri kaydederek sizin aleyhinize kullanabilmektir. Bu minicik çip, herhangi bir maddeyle temasa geçmeden bütün bilgileri okuyup sonra da aktarabilir. Böylece ürünlerin izlenebilirliğini geliştirmek ve taklidi ortaya çıkarabilmek için kişileri takip edebilir. 2004’te bazı kullanıcılar eğlenmek için euro ve dolar kağıt paraları mikrodalgada yakmışlar, içinden bu rfid çipi çıkmıştır. İzlenebilirlikle ilgili ve bütün sizin hareket ve olaylarınızı inceleme konusunda en iyi ispiyoncular sizin cep telefonlarınızdır. Hiç dikkat ettiniz mi, her yıl cep telefonları sayesinde ne kadar olay ortaya çıkıyor. Araştırmacılar nerden çıktığı belli olmayan, muammalı görüşmeleri polise yardımcı olmak için ortaya çıkarmaktadır. Bu da demektir ki bütün konuşmalarınız kayıt altında tutulmaktadır. Gsm operatörleri de bilgisayarlı kayıt sistemi kullanır ve hükümet ve organizasyonlara bu bilgileri verebilirler. )

 5-Yabancılar için özel askeri mahkemeler. Terörist faaliyetten şüphelenilen yabancılara yönelik mahkemeler. Bu mahkemelerin yanı sıra Amerikan adaletine hiçbir ispat göstermeden yabancıları ve illegalleri gizlice ve süresiz tutuklamalar içerir. 
6-FBI’nin yeniden yapılanması. Bu yapılanma sayesinde FBI, Amerikan topraklarında güçlü ispiyonlama, denetleme ve bilgi alma operasyonları yapabilecektir. 
7-Vatandaşları ihbar etme projesi. 2002’de Tips olarak adlandırılan bu sistem, 2003 de Talon sistemi olarak değişmiştir. Askeriyenin denetlediği bu yöntem ihbar ve ispiyonlamayı teşvik ederek şüpheli faaliyetler ve tehditlere karşı hükümete ihbar etme projesidir. Bütün bu bilgiler tek bir bilgisayarda stoklanmaktadır ve adı da TALON’dur. Talon Fransızca "pençe" anlamına gelir. Karanlık hükümet ve Amerika sayesinde bu dünyayı asıl yöneten sahtekarların paniği sizin uyanmanızdır. Bugün binlerce yıllık komplo yarı yarıya ortaya çıkmıştır. Birçok eser verilmiş, film yapılmış ve basında makaleler yazılmıştır. Bilginin denetimi, onların en büyük yöntemidir. Aynı zamanda kendilerini rahatlatmak için de akıllı, kurnazca bir yöntemdir. Her gün size durmadan basında verilen bildirilerin  yanı sıra birkaç tane de karanlık gerçeklerle ilgili sızıntıya da göz yumuyorlar. Kendiniz karar verin. Devlet, bağımsız idarelere egemenliğinden bölümler vermektedir, para, bütçe, sanayi politikası, medya, enerji, aynı zamanda vatandaşlık hakları….Bu sektörde karar mercileri stratejik noktalara tanınmayan uzmanlar yerleştirirler. Bakanlar, hükümetler geçicidir, karar mercileri ise kalıcıdırlar ve bir hükümetten diğer hükümete onlar hep kalırlar. Ulusal hükümetler ekonomik manevralardan yoksun kalırlar. bütün güç kimdedir? Merkez bankalarında mı? Bu sözler Ağustos 2003de basında yer almıştır, bunları hiç gördünüz mü? Eğer gördünüzse tepkiniz ne oldu? Sizin tarafınızdan güya seçilen bu kuklalar acaba gizlice kimlere hizmet etmektedirler? Bir çok yıldan beri bilinmektedir, Eylül 2001 de "historia" dergisinde de yer almıştır; Hitler, Amerikan şirketleri tarafından finanse edilmekteydi. Hiç bundan bahsedildiğini duydunuz mu? Televizyonda 2.dünya savaşı esnasında ve ondan önce Amerikan sanayicileri Ford veya Standart o dönem için 8 milyar dolar yatırım yapmışlardır Almanya'da. Amerikan firmaları ekonominin büyük bir kısmını finanse etmişlerdir ve özellikle Nazi silahlanmasının hiçbir şirketin, merkez bankasının onayı olmadan karar alamadığını bildiğinizde bu sizi şaşırtmaz mı? Amerikan hükümetinin savaşı ve ölümü, iyi vatandaşlara karşı finanse ettiğini gayet iyi biliyoruz. 1982'de Amerika birkaç milyar dolar Irak’a, İran’a karşı silahlansınlar diye, sonra da İran’a, Irak’a karşı savaşsınlar diye vermişlerdir. 2000 ve 2001 yılları arasında Amerikan hükümeti Afganistan'daki Talibanlara 245 milyon dolar vermişlerdir. Bu bonkörlüğün amaçları konusunda sizi düşünmeye davet ediyorum. 
(Not: TALON, Bu dev bilgisayar, Brüksel ve Amsterdam’da bulunan ikiz kardeşlerine bağlıdır. Her bilgisayardan biri 3 kat üzerine kuruludur ve tek başına programlanma kapasitesine sahiptir. Ya amaç? Britain, US world Company, bütün dünya ticaretini de idare etmesi demektir. Aynı zamanda da tamamen onun kontrolü altında olmanızdır. Sonunda euro yok olacaktır, şu anda da dolarla eşittir. Sonra da tek bir para birimi yaratılacaktır. Bu da bir merkezde toplanacak ve tek bir otorite tarafından idaresini sağlayacaktır. Sarı kitap no 6, bize 666 rakamı ile ilgli 2 çok önemli bilgi verir; Yunan alfabesini Pisagor’un hesabına eklersek (a=1,b=2,c=3 vs. ve sonra 6 rakamıyla çarparsak yani a=6, b=12,c=18 vs. ve bu rakamları computer kelimesine kodlarsak 18+90+78+96+126+120+30+108) 666 rakamına ulaşıyoruz. Aynı şekilde Yunancadaki Miessias, onda da 666’ya ulaşıyoruz. Bu da bazı ezoterikçiler olarak mesihin aslında dünyayı kurtaran kişi değil, bu sisteme bağlı, antiisacı olarak dünyayı kaosa sürüklemek istediğini belirtir. )
2.Dünya savaşından bahsetmişken Alman silahlanmasında Amerika’nın bu gizli desteğinden söz etmiştik, albay Curtis Dali, başkan Roosevelt’in damadı, 1980de Des Griffin tarafından da yayınlanan “Descent in to Slavery” de hikaye, George Earle komutanının 1935-39 tarihlerinde Avusturya’da Amerikan elçisi ve 1940-42 yılları arasında da Bulgaristan elçisi olmasıyla ilgili. 1943 Baharında İstanbul’da Roosevelt’in özel deniz kuvvetleri ataşesi olduğunda George Earle, Alman gizli servisleri şefi olan amiral Wilhelm Canaris ile karşılaşır ve Almanya’nın İngiltere ve Amerika’nın istemiş olduğu şekilde, şartsızca teslim olmaya henüz hazır olmadığını belirtir. Ancak Amerikan sponsorlarıyla işbirliği yaptığı ve git gide sıkıştığını gören Almanya, aslında Canaris vasıtasıyla Amerikan Başkanının onlara, şayet kendisine onurlu bir istifa şekli önerirlerse, Almanya’nın anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu söylemektedir. George Earle tam iyi anladığından emin değildir. Bir süre sonra Alman elçisi Fritz Von Papen ile de aynı şekilde bir konuşması olmuştur. Earle, bunun üzerine bu istekle ilgili Roosevelt’e bir mektup gönderir ancak cevapsız kalır. İkinci mektup da yanıtsızdır. Almanya bir kez daha gizli servis şefini göndererek Amerikan başkanının cevabı hakkında bilgi almak ister ama Earle, ona bir cevap sunamamaktadır. Son bir kez daha Washington’a çok önemli ve acil koduyla mesaj yollar yine de cevapsız kalır. İki elçi bir an bile olsun Amerikan planlarına göre Almanya’yla kapitülasyonların asla istenmediğini hiçbir zaman öngöremediler. Roosevelt savaşın bitiminden birkaç ay önce 24 Mart 1945 de yani bu olaydan iki yıl sonra George Earle’ye bir mektup göndererek bu olayı kesinlikle duyurmaması emrini verir. Uluslararası iş vampirleri her zaman ölümü ve korkuyu yayarak bilgiyi de maniple ederek arkanızdan iş çevirmişlerdir. Fakat git gide çember daralmaktadır. İşte bu nedenle dünya hastadır ve yine bu nedenle halen bugün, tarihi ve insanoğlunun menşeinin çevresinde hala sırlar bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğimizi gibi İncil, birçok kitabın toplamıdır. Bir konunun itirazı, bütün hepsinin sorgulanmasına sebep olacaktır. Aynı şey, dünyadaki sosyal,tarih ve insan bilimlerinde de geçerlidir. Bu büyük yalan karşısında, türlerin gelişimi resmiyet kazansaydı (keşfedilmesine rağmen) bütün sosyal yapı yıkılırdı ve sahtekârların maskeleri de düşerdi. Buna hazır mısınız? Farklı bir yaşama hazır mısınız? Kırmızı hapı mı alırsınız (gerçeği karşınızda görmek) veya mavi hapı mı (uyumaya ve uysal, üretken köleler olmaya mı?)… Böylece tamamen uyuduğunuza emin olarak ve “dışarıdan” kendini korumak için önlemler alarak hain Gina’abullar ve onların uşak hükümetleri git gide tedbirlerini arttırarak, bu meşhur füzesavar kalkanını da icat etmişlerdir. Bu çok gelişmiş kalkan, onlara hem tüm hareketlerinizi denetlemeyi hem de dünyaya yabancı (planlamacı- KAdistu) herhangi bir gücün yaklaşmamasını sağlamaktadır.  Bu gezegendeki ultra gizli hükümet için yeniden dışarıdan yardım almanız, küçücük bile olsa oldukça sıkıcı olurdu. Özellikle küçük diyorum çünkü bu evrendeki planlamacılar hiçbir zaman bu seride de açıklayacağımız gibi bu dünyada yaşayan bizlere direkt olarak yardımda bulunmayacaklardır. Eğer yardım etmeleri gerekiyorsa her zamanki gibi insanın vasıtasıyla bunu yapacaklardır. Ancak üçkağıtçılar hiçbir zaman riske girmez ve kendileri dünyada fareler gibi toprağın altındadırlar. Bir kısmı da güneş sisteminde saklanmaktadır. Planlamacılar, sizi kaybetmekten korkmaktadırlar. Bu nedenle 16 temmuz 1969da kongre tarafından kabul edilen bir Amerikan kanununa göre herhangi birinin uzaylılarla veya araçlarıyla temasta olmaları bir yıl hapis ve 5000 dolarlık cezaya çarptırılacaktır. Bu kanunun oylanması, kamuya açılmamıştır. NASA bu kanunun sadece uzaydan dönen astronotlara uygulandığını ve güvenlik tedbirleri ve karantinayla ilgili olduğunu açıklasa da tüm Amerikan vatandaşlarına da uygulanmaktadır. Ne zamandan beri NASA astronotlarını uzaylılara benzetmektedir? Bana göre, Irak’a bu kadar büyük askerin çıkmasının ana hedefi füzesavar kalkanıdır. Eğer insanoğlunu kullananlar Amerikan hükümetiyle dünyayı izole etmek için bunca emek vererek bir kalkan koyuyorlarsa, bu, dışarıdan herhangi bir yardımın gelmeyeceğinden emin olmak içindir ve Irak toprağında özellikle bulunan yıldız kapıları vasıtasıyla da hiçbir desteğin gelmemesini sağlamak içindir. Öyle çok kapı var ki, bir gezegenin kapılarına sahip olmak o gezegeni ele geçirmek demektir. Bu kapıları engellemenin birçok yöntemi vardır ve dünyadaki pek çok yıldız kapısı da daha önceden Anunnalar ve işçileri Miminular (griler) tarafından bloke edilmiştir. Çok iyi biliyoruz ki, birçok uzay aracı özellikle askeriyeleşmiş alanların etrafında görülmektedirler. Örnek olarak NewMexco’daki resmi, 1947 de iki tane uçan dairenin Amerikan üssünde Raaf yakınlarında Coronna ve Socorro’da düşmesidir. Nevada’da bulunan meşhur 51.bölgeyi de söyleyebiliriz. 1954ten beri çok önemli askeri bir alandır ve CIA ile Pentagon hesabına gizli cihazlar yapılmaktadır. Bu bölge, UFO ve konvansiyonel olmayan uçakların sürekli havada görüldüğü bir alandır. Ne zaman Amerikan askeri güçleri yabancı bir ülkeye girse, barışın jandarması adı altında üsler kurmaktadır. Tüm bu üslerin içinde tabii ki bazıları hassas bölgelerdedir, hem askeri hem de ekonomik açıdan. Bugüne kadar dünyadaki tek ülke tarihte, Amerika tarafından desteklenip de topraklarına üs yapılmasına izin vermeyen tek ülke Fransa’dır. İkinci dünya savaşından beri Amerikan hükümetiyle düzenli olarak oynamayı seven Fransa’nın ironik oyununu anlıyoruz. Irak savaşları sayesinde Amerikan hükümeti Basra körfezine askesi üsler kurabildi. Yugoslavya’ya karşı savaşırken Amerikan grupları Bosna, Kosova ve Makedonya’ya yerleşti. Amerika’nın dünyaya yayılması kaçınılmazdır, çok iyi organizelerdir. Karanlık hükümetin adına Amerikan askeri güçlerinin yaratmış oldukları Füzesavar kalkanı  hakkında konuştuk, ancak gerçekten hangi füzesavar kalkanından bahsediyoruz? Uzayda bulunandan mı, ki bunun yapımı 20 yıldan fazla sürdü (bugün resmi olarak çalışmadığı ve terk edildiği söylenmiştir) yoksa yenisi mi? O da dünyaya yerleştirilen ve durmadan da hatalar veren füzesavar. Adım gibi eminim ki bu sonuncusu ilkini gizlemektedir. Bu sahtekârlık sayesinde giderek büyüyen uluslararası terörizm tehditleri karşısında Amerikan savunma bütçesine düzenli olarak büyük miktarlarda paranın akmasını sağlamaktadır. Daha bitmedi. Bundan daha tehlikeli bir Amerikan gizli silahı da mevcuttur, bu da HAARP projesidir. Artık varolmayan bu projenin arkasında yıllık maliyeti 30 milyon dolar olan tehlikeli bir silah bulunmaktadır. Amerikan askeriyesi onu iyonosferde yapılan masum araştırmalar olarak tanıtır. Bu sistem Alaska’nın güneydoğu bölgesinde bulunmakta ve yayın yapan verici anten tarlasından oluşmaktadır. Kullanılan frekans bandına göre çok yüksek, görülen ışığın hemen altında (2.8 ve 10 mhz.)veya çok düşük, saniyede 0 ile 1000 (1khz).  Bu sistem dünyanın merkezini tarayabilmektedir. Hertzle olan herhangi bir iletişimi durdurabilmekte, iklimleri değiştirebilmekte, atmosferde uçan herhangi bir cihazı yakabilmekte, deprem yaratabilmekte ve atom bombası kadar güçlü patlamalar yapabilmekte ve insan psikolojisini de etkileyebilmektedir. HAARP Amerika’nın en önemli silahıdır. 1970 yılında, o tarihlerde NSA’da müdür olan Zbignew Brezinski “between two ages” adında bir kitap yayınlayarak, iklimi kontrol edebilme imkânını anlatmıştır. Bu çalışmada Brezisnki gizli yeni savaşın askeri programını açıklamaktadır. Tamamen görünmeyen bir savaş…ve amerikaya rakip ülkelerin çeşitli üretim sektörlerini iflasa götürebilecek düzeyde bir gücü sahip... İklimi değiştirme tekniklerine göre ya uzun periyotlar halinde kuraklık veya yağmurlar yaratılabilir. Pentagon’un üst düzey bir memurunun açıkladığı Amerika’nın gizli stratejisi budur. Bu açıklamalar, 1977de kabul gören uluslararası anlaşmayla onaylanmıştır. Anlaşmanın adı Enmod’dur. Bu anlaşma, iklimi etkileyecek türden herhangi bir silahın geliştirilmesini tamamen yasaklamaktadır. Fakat uluslararası kriz dönemlerinde garip bir şekilde düzenli olarak ortaya çıkan iklim sorunlarını görebiliyoruz; mesela Aralık 1999da Fransa’nın GDO’lara karşı ve küreselleşme konularındaki itirazları esnasında yaşanan yıkıcı fırtınalar neticesinde Fransız hükümeti GDO ve küreselleşmeyle ilgili 180 derece dönmüştü. 2.Irak çıkartması konusunda Çin hükümetinin desteğini almak için Collin Powel’İn ziyaretinden hemen sonra çok şiddetli bir deprem de Çin’i sarsmıştır. Ayrıca 2003 körfez savaşında Amerika’yı desteklemeyen Avrupa ülkelerinin ekonomisini cezalandırmak adına Haziran ağustos 2003 aylarında Avrupa’nın yaşamış olduğu anormal sıcak dalgalarını da eklemek isterim. Birçok bağımsız araştırmacıya göre dünyamızın ısınması yüksek gaz emisyonuna bağlı değil, HAARP sisteminin yoğun olarak kullanımına bağlıdır.  


1995-96 Yılları arasında, uluslararası serbest basın ajansının (AIPR) Cebek’li gazeteci Sergei Monast, Amerikan çeşitli kurumlarının geliştirmiş olduğu Blue Beam olarak adlandırılan alışılmadık projeyle ilgili kendi vatandaşlarının ilgisini çekmek için birçok seminerler düzenlemiştir. Blue Beam’in amacı genelleşmiş bir dünya krizi döneminde teknolojik imkân kombinasyonuna başvurma kapasitesini sağlamaktır. ( Lazerle donanmış uydular Satelit ağı, bütün gezegene çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar yaratabilen, HAARP gibi elektromanyetik yapılar…bu kombinasyon atmosferi dev bir projeksiyon ekranı gibi kullanarak, insanoğlunun tümüne direkt olarak hitap edilecek, sentez veya gerçek kişi veya nesneler, hologram olarak gösterilecektir. Uydu, lazer, bilgisayar ve elektromanyetik dalgaların birleşimiyle ve bunları sihirli bir kullanım ile bilinçlere hitap etmek önemlidir; bunlar, halkı kolaylıkla ve toplu halde aldatabilecek yani göksel bir virtüel gerçeklikle, bir “dünya şovu”nu sergileme imkânı bulunacaktır.  Önümüzdeki yıllarda bu tür teknoloji kullanımını dışlamayın, çünkü bunun olacağını göreceğiz. Amerikan hükümeti vasıtasıyla bu gezegenin ultra gizli hükümeti, kendi korkularına ve gerçekliğine sizi hapsederek maniple eder. Korku yoluyla dünya düzeni, istediği her şeye sizi inandırabilir ve özellikle size her şeyi yaptırabilir. Euro ile ilgili yapılan düzenbazlığa bir bakalım; Avrupa parası kabul gördükten tam iki yıl sonra yukarıdan kurnazca yönetilen panik, coşku ve heyecan duyguları, birçok Avrupa ülkesinin yükselen genel ekonomisini gözden geçirmiştir. 24 Ay içinde Fransa gibi bir ülkede git gide duygular ikileme düşmüştü, bir yandan vatandaşların sırtından küçük karlar elde etme isteği diğer taraftan da rakibinin kendisinden daha fazla iş yapması korkusu…      Her iki duygunun yükselmesi, sanayiciler ve ticaret yapanlardaki bu duygular, yaşam maliyetini yüzde 25-30, hızlı bir şekilde arttırmıştır. Buradaki sahtekârlık çok ciddi boyutlardadır ancak kimse bunları açıkça konuşamamıştır. Bir ülkenin ekonomisini yıkmak için ve zaten fakirler ile zenginlerin arasındaki uçurumu iyice açmak için bundan daha iyisi yoktur. O dönemden beri Fransızların,paranın değeri ile ilgili hiçbir kavramları kalmamıştır. BU yüzyılın başında Dünya çapında terörizm hızla yayılmaktadır. Her sene, bizi kuşatan garip ölümcül virüsler ve salgınlar gibi…
(not: 70-80 yıllarından beri ortaya çıkan ölümcül virüs ve yeni bakterilerle ilgili söylenecek çok şey vardır. Aşılar çok pahalıdır ve ilaç sanayinin de bundan bolca kar ettiğinin de altını çizelim. Aşılama, üçüncü dünya ülkelerinin Batı ülkelerine bağlılığını teşvik etmektedir. Doktor Guylaine Lanctot (medikal mafya 2002 Lanctot yayınevi Kanada) 1993te Cebek’te menenjite karşı yapılan aşılama konusunda tanıklık yapmaktadır.
“93 aşılamasına tanıklık ettim. Beni özellikle etkilemişti çünkü tüm bir nesili kapsamaktaydı (0 ve 20 yaş) bütün ve sadece Cebek… Salgın yoktu, riski de yoktu. Epidemiyolojistler, bu konuda çok katilerdi. Bir değil, üç farklı tür aşı yapıldı. Her biri, hedeflenmiş bir bölgede uygulandı. Bazı hemşireler seçilerek özel bir aşı yapabilmeleri için onlara özel eğitim de verilmişti. Bütün çocuklar bilgisayarlara fişlendi. Tüm çocukları aşılamak için büyük bir baskı vardı. Okullar kliniklere dönüştürüldü. Aşı olmak istemeyen çocuklar parmakla gösterilerek antisosyal, toplumdışı muamelesi görüyorlardı. Hemşireler, çocuklarını aşılatmak istemeyen okul öncesi çocuklara sahip olan anneleri avlamak için evlerine kadar gittiler. Bu küçüklerden bir tanesini kendi gözlerimle gördüm. Anne onu aşılatmak istemiyordu, hemşire eve kadar gelerek ona bu aşının mecburi olduğuna inandırdı. Anne kabul etti… Bugün, çocuk sakat. Fiziksel  (felç ve spastik) ve zihinsel olarak tamamen sakat.”
Doktor Lanctot’a göre aşı, yok edilecek toplulukların seleksiyonunu sağlamaktadır. Herhangi bir kişinin kalıtsal mirasına müdahale imkanını vermektedir. Aşılama, hedeflenen soykırımları kolaylaştırmaktadır. Belli ırktaki kişileri, belli grupları ve belli ülkedeki insanları öldürmeyi sağlar ve diğerlerini de herkesin iyiliği adına sağlıklı bırakmaktadır.
Doktor LAnctot bay Robert My Namara’nın etkileyici sözlerine de yer verir; M.Namara eski dünya bankası başkanı, eski Amerikan devlet sekreteri ve Rockefeller vakfının araştırmacılarından, Dünya Bankasının ve Unicef’in PEV (çocukların evrensel aşı programı) ileri gelenlerindendir. Bu konuşma Şubat 87’de j’aitouthcompris” no.2’de yayınlamıştır. Machiavel yayıneivinde.  “Toplumların istekleri dışında demografik düşüşle ilgili ciddi tedbirler almak gerekiyor. Doğum oranlarını düşürmek yetersiz veya imkansız olmuştur, bu nedenle ölüm oranlarını arttırmak gerekiyor. Nasıl? Doğal yollarla! Açlık ve hastalık…”
Bu bilgiler ışığında büyük bir gizlilik içinde yürütülen savaş için biyolojik silah geliştiren laboratuvarların, gezegenimizin aşırı nüfus yoğunluğuna çare bulmak için de uğraştıklarını anlayabilmemiz adına bir adım atmak yeterlidir. Alışılmış bilgilerin dışında bu uygulama çok eskidir çünkü suçlular bunu ortaçağda da kullanmaktaydı. O döneme ait çeşitli raporların da ifade edildiği gibi kara veba salgınlarına genellikle garip bir sis eşlik ediyordu ve gerçek toksik bulutlar şehirlerde dolaşıyordu. 1997de prof Arthur David Hom “Humanity’s Extraterrtrial Orijins” adlı mehteşem bir eser yazdı. Prof. Hom Kitabında “the Gods of Eden/ A New Look at human history” nin yazarı William Bramley’e de büyük bir yer verir. Sizi Bramley ile baş başa bırakıyorum.
“Örnek olarak 6.yüzyılda Bizans İmparatorluğunu etkileyen “Justianik” vebanın Avrupa’ya kadar yayılması. O döneme ait gazeteci ve yazarların, hastalığın yayıldığı bölgelerde modern uçan daire vakalarına benzer, havada cisimlerin görüldüğünden bahsediyorlardı. Bramley  ortaçağdaki kara vebanın uzaylılar tarafından ve 1347de Asya’dan başlayıp yayıldığına dair elinde bazı kanıtlar vardı.  4 yıl sonra Avrupa’nın kuzeyine yayılmıştı ve tarifi imkânsız acılarla milyonların ölümüne sebebiyet verdi ve nihayetinde birçok bölgenin nüfusunu azaltmıştı. İlerleyen tarihlerde düzenli olarak veba vakaları yaşanmış ancak daha az yıkıcı olmuştur. “Jüstiyanik veba” gibi ortaçağda, 700 yıl sonra yine birçok uçan daire vakası görülmüştür. Bu olaylar halk tarafından komet (kuyruklu yıldız) olarak ifade edildi. 1568 tarihinde Viyana’dan gelen bir tanımı Bramley ele alır. “Güneşe ve aya yakın muhteşem bir gökkuşağı vardı ve ışık huzmesi Stefanienkirche kilisesinin üstünde dolanıp duruyordu. İnsanları, hayvanlar gibi götüren Avusturya ,Souabe, Augdburg,Wurtemberg, Nürmberg ve başka şehirlerde de güçlü bir salgın belirdi.”  Bramley vebanın başlaması, pis kokan bir sisle bağdaştırılıyordu diye anlatır. Bu kokulu sisler, vebanın başladığı birçok yerde görülmüştür. Bunlardan bazıları da gökyüzünde açık renkli ışıklarla beraberdi. Bazen siyahlar içinde garip insanlar görülmüştü ve yanlarında korkutucu yaratıklar vardı. Bunlar şeytanlar olarak adlandırılmış ve sis gönderip yayarken görüldüklerinden vebanın yayılmasıyla bir bağlantıları olduğuna karar vermişlerdi.”
BU bölümün başında bahsettiğimiz Amerikan denizcilik ve hava kuvvetleri subayı Milton William Coper 91 yılındaki Behold a Palehorse’deki eseriyle daha da ileriye gider. Coper, karanlık hükümetin büyük bir bölümü kapsayan ve 25 ülkenin, uluslararası kurulunun üyelerinden oluşan Roma Kulübü, dünyadaki nüfusu azaltmak ve denetlemek amacıyla bir salgın başlatma emrini vermiştir. Bu emri gerçekleştirme görevine de Amerikan Savunma Bakanlığına vermiştir. Bu olay için kongreden gönderilen para 1970 bütçesi için 10 milyon dolar olmuştur. Amerikan senatosunun önünde savunma bakanlık temsilcileri doğada hiç bulunmayan suni biyolojik aktif bir maddenin geliştirilmesine ihtiyaç duyduklarını ve bunun da hiç kimsenin buna karşı bağışıklık geliştirmemiş olması gerektiğini belirtmiştir. Coper, elit hükümetin toplum içinde istenmeyen kişileri hedef almaya karar vermiştir, siyahlar, latinler ve homoseksüeller… Böylece 70 li yılların sonunda (büyük bir ihtimalle HIV virüsü) suni madde geliştirilmiştir. 1977 yılında uluslararası sağlık kurumlarına Afrikalılara yönelik ve virüsü taşıyan suçiçeği aşıları teslim edilmiştir. Deneysel nedenlerden dolayı 1978-79-80-81 yıllarında San Francisco, New York ve 4 başka şehirde Amerikan toplumuna, Arizona eyaleti Pheenx’de üretilmiş olan Centers for Disease Contrai tarafından tedarik edilen hepatit B aşıları uygulanmıştır. Coper’a göre gizli hükümet insanoğlunu denetleyen uzaylılarla direkt temasta olup meşhur AİDS virüsünü de onlardan tedarik etmişti. Bu tür itiraflar, insanın kanını dondurabilir ancak pek çok şeyin de açıklaması olabilir. Yorumu size bırakıyorum. Fakat eğer birçok “çok gizli” olarak sınıflandırılmış konulara direkt ulaşmış olan bu eski askerin açıklamaları doğruysa o zaman 5 Kasım 2001 yılında yerel şerifin yardımcıları tarafından çok tuhaf bir şekilde vurulmuş olmasını da daha iyi anlıyoruz. )
Bir gün bile geçmiyor ki bu konu, medya ve tv. tarafından ele alınmasın. Güvensizlik ortamı git gide büyüyen bir tehdittir. Ve dünya barışı çok büyük bir tehlike altındadır. Bu nedenle Amerikan hükümeti, daha iyi bir dünyaya doğru insanlığa rehberlik etmek adına tüm dünyaya emperyalist egemenliğini ve kanununu şiddetli bir şekilde dayatmaktadır. Şahsen ben bir modern jeopolitik uzmanı değilim. Benim alanım daha çok eski tarihtir. Ancak giderek büyüyen terörizm krizine çözüm olarak, Washington’un dünya ekonomisini git gide militarize etmesini ve bunu da Amerikan kurtarma harekâtı olarak göstermesi karşısında kendinize soru sorma hakkınız vardır. Yani Amerika’nın terörizmi yok etme isteğinin, askeriye ekonomisinin git gide güçlenmesi bir rastlantı değildir. Amerikan hükümeti iyi niyetli olduğuna bizi inandırmak istiyor fakat uluslararası mevzuatı çiğneyerek ülkesinin menfaatlerini koruyan bir hükümete nasıl güvenebiliriz? Burada size hatırlatmak isterim ki, ABD silah üretimini veya bu üretimi besleyen yabancı ülkere yapılan askeri müdahaleleriyle kısıtlanacak,  askeri -sanayii kârlarını engelleyecek uluslararası kanunları tamamen yok saymaktadır. Bugün ABD hükümeti birçok anlaşmayı tüm dünyanın gözü önünde açıkça ihlal etmektedir.
-Bir önceki bölümde bahsettiğimiz kimyasal silahla ilgili anlaşmayı ihlal ediyor.
-Biyolojik silahların geliştirilmesi, üretilmesi ve depolanmasını yasaklayan biyolojik silah anlaşmasını ihlal ediyor. Amerika, biyoşimik silah laboratuvarları inşa ederek ve biyolojik bomba modeli üreterek bu anlaşmayı es geçmiştir. Büyük bir giz içinde savaş silahı olarak anthraxı genetik olarak geliştirmişlerdir.
-Amerikan hükümeti nükleer denemeleri tamamen yasaklayan anlaşmayı imzalamış ancak onaylamayı kabul etmemiştir. 95-96 ve 2000 yıllarında belirtilen nükleer çoğaltılmamalı anlaşmasını da ihlal eder. 99 ve 2002 yıllarında Amerika bu anlaşmayı reddetmiş ve termonükleer patlamaları laboratuvarda test etmeye yönelik yapıları inşa etmiştir. Amerikan hükümeti 1972deki nükleer balistik silahın yayılmasını sınırlayan ABM anlaşmasından da çekilmiştir. United States 2002 Nuclear Posture Rewiev’a göre aslında “delici” yeni silahlar geliştirilmesi üzerine çalışmaktadır.  Yeraltındaki hedeflere ulaşmaya yönelik mikro nükleer silahlar gibi. Amerikan hükümeti nükleeri olmayan devletlere karşı gelecekte önleyici saldırıları başlatmayı da kendine hak görmektedir.
-İklim değişiklikleriyle ilgili BM’nin anlaşmasını da ihlal etmektedir. 2001 yılında W.Bush sera etkisine katkıda bulunan karbondioksit emisyonlarının düzenlenmesiyle ilgili seçim kampanyası sözünü inkâr etmiştir. Amerikan hükümeti 98 yılında imzalanan uluslararası ceza mahkemesinin Roma anlaşmasını da ihlal etmektedir. Bu her Amerikan vatandaşının CPI’den çıkan yargıya uymasını da sağlamaktadır. ABD böylece uluslararası toplumlar tarafından savaş suçlusu veya insanlık suçu işlemiş olan askerlerinden birinin yargılanmasını engellemiş olur.
-Dünyadaki özel madenlerin üçüncü stoğuna sahip olan ABD hükümeti her gün birçok masumu öldüren madenlerin imhasını, devredilmesini, üretimini ve stoğunu engelleyen Ottawa anlaşmasını onaylamaya ihtiyaç duymamıştır. Amerikan hükümeti 2003 başındaki Irak’a askeri müdahaleyi yasaklayan BM güvenlik konseyinin kararını tanımadı. Zaten BM’de Amerikan hükümetinin hareketlerini kınamak amacıyla almış olduğu çeşitli çözüm önerilerini de onaylamamıştır. 21 Mart 2003teki 1919 kararları (2003) ve 12 Nisan 2003 tarihindeki 1945 kararları (2003)  BM güvenlik konseyinin vetosuna rağmen bu askeri harekât aynı 1919daki Kosova Harekatı gibi BM kararlarının da meşruluğunu  yeniden gündeme getirmektedir. Aslında ABD politikası net bir şeyi istemektedir ki , bu da astral hayvanın ABD ve onun karanlık hükümeti vasıtasıyla vatandaşların sırtından kar ederek huzur içinde bu dünyayı yönetmeye devam etmek amacıdır. Bu da düzensizliği bütün dünyaya yayarak ve masum kurbanları da katlederek… Bütün bunlar, sayıklamalar mı, Anti Amerikancılık mı, bilim kurgu mu? Size savaş dergisi US army’nin 97 yılı baskısındaki bir makaleden aşağıdaki satırları aktararak nasıl bir sonuca varacağınızı da sizin tercihinize bırakıyorum.
“Yeni bir Amerikan çağına giriyoruz. Burada daha da zenginleşip daha da güçlü olup, kültürümüz daha da öldürücü olacaktır. Nefreti çoğaltacağız ve barış kalmayacak. Kalan tüm ömrümüz boyunca dünyanın bir ucundan öbürüne, çeşitli şekiller alacak olan pek çok çatışma yaşanacaktır. Şiddetli çatışmalar basında manşet olarak çıkacaktır. Ancak kültürel ve ekonomik kavgalar daha sistematik ve neticede daha belirleyici olacaktır. Amerikan askeri güçlerinin görevi ekonomimiz için güvenli bir dünyayı korumak ve kültürel canlılığımızı da açık tutacaktır. Bunun için çok öldürmemiz gerekecek. (to those ends, we will do a fair amount of killing.) Bu katliamları yapabilmek için de bir ordu oluşturmaktayız. Önemli kozu da bilgi sistemi olacaktır. – Ralph Peters US Army yarbay- “
11 elül 2001 olaylarından sonra George W.Bush kongrenin önünde, aynı yılın 20 eylülünde bu sözleri doğrulamıştır. Karanlık hükümetin planını yürütebilmek için 11 eylül dramını kullanmaktadır. 5 Kasım 2001 yılında polis tarafından öldürülen eski albay Coper’ın 1989’da Gizli Hükümet isimli kitabında da açıklamış olduğu bu aynı plandır. Amerikan başkanının sözleri üzücü bir şekilde daha önce yazmış olduklarımızı desteklemektedir. Hepiniz artık Amerika için potansiyel teröristlersiniz.
“Cevabımız anlık misillemeler ve nokta atışlarının dışında daha fazlasını gerektirmektedir. Amerikalılar bir savaş ı beklememeli ancak geçmişte gördüğümüzün tamamen dışında olan çok uzun vadeli bir kampanyaya hazır olmalılar. Bunlar tv’de izlenebilecek dramatik nokta atışlardan oluşabilir ve başarılı olan gizli, yasadışı operasyonlardan oluşur. Fonlardan mahrum ederek teröristleri aç bırakırız. Huzurla barınacakları bir yer kalmayana dek birbirleriyle çatıştırırız. Teröristleri barındıran ve koruyan ülkeleri takip ederiz. Bugün her bölge, her ulusun alması gereken bir karar vardır. Ya bizimlesiniz ya teröristlerle!..bugünden itibaren terörizme destek vermeye ve ülkelerine kabul etmeye devam eden uluslar ABD tarafından düşman olarak değerlendirilecektir.” -20 Eylül 2001 George W.Bush-
(not: Eğer 11 eylül 2001 olayında ABD hükümetinin ve onun sahtekar işbirlikçilerinin menfaat sağlayabileceğine inanmakta zorlanıyorsanız bu dramı takip eden aylarda anketten sorumlu olacak özel bir komisyonun kurulması konusundaki  hükümetinin kati bir şekilde reddedişini nasıl açıklarsınız? Acaba Bush’un, bu dramdan birkaç saat sonra boydan boya uçacak olan Suudi özel uçağına izin vermesi ve Bin Laden ailesinin kıta dışına apar topar kaçmasını da organize ettiğini tüm dünyadan saklamak için midir? Bu aile ki Bush planıyla uzun yıllar boyunca çok karlı işler yapmıştır.
11 Eylül dünya düzeni için çok garip bir doğumgünüdür, çünkü 11 11 1941 tarihinde Pentagon’un inşaası da o gün başlamıştır. Aynı zamanda 11 Eylül 1973’de Şili’de CIA’nin çok sıkı işbirliğiyle Pinochet, çok kanlı bir ihtilal düzenlemiştir.  Hector PAwon Danger Fuglich ? yayınevindeki  “11 eylül …1973” adlı eserindende “bu ihtilal Amerika’nın desteğiyle askeri diktatörlerin neoliberal modeli zorla dayatmasını sembolize etmektedir.  Şili’de geliştirilen propaganda ve İstikrarsızlaşma metotları halen birçok ülkede uygulanmaktadır. Büyüklüğü ve dramıyla 11 11 73 günü, Amerikan emperyalizminin davranışlarını oluşturmaktadır.”
ı 11 Eylül dünya düzeni için çok garip bir doğumgünüdür çünkü 11 11 1990 da (yani newyork olayından tam 11 yıl sonra) George Bush yeni dünya düzeninin oluşumunu resmi olarak ilan etmiştir. 11 Rakamı yine gündemde, eğer 11 mart 2004 tarihli Madrid olaylarını da hatırlarsak…. Zira uluslararası terörizm gerçeğini Avrupa üzücü bir şekilde öğrenmiştir. İleride de göreceğimiz gibi bu gezegenin ultra gizli hükümetini oluşturan hırsızlar, sembol ve rakamları sevmektedirler. Tüm bu hedeflenmiş olan olayların orkestra şeflerinin onlar olduğunu düşünebiliriz. Çünkü numeroloji sayesinde 11 rakamının yorumlanması bize “üstat rakamı” açıklamaktadır. 11’İn değişimin rakamı olduğunu öğretir ve yeni bir devrin başlangıcını olduğunu söyler. Kötüye kullanıldığında saldırgan bir değişim enerjisini aktive eder. Eskiler onu zararlı olarak değerlendirirlerdi, çünkü eski yapıları yıkarak yenilerini inşa ederdi. Bu koşullarda maalesef her şey daha açık hale geliyor. Aynı zamanda ekleyelim ki, 11 11 2004 günü Filistin Cumhurbaşkanı Yaser Arafat’ın fişinin çekildiği gündür. Amacı da ölümünün bir kez daha değişimi “ve yeni bir devrenin” açılmasını temsil etmesidir. Aynısı 1.dünya savaşının sonu ile ilgili ateşkesin imzalandığı gündür, 11.11.1918. Bu giriş bölümünün sonunda göreceğiz ki Amerandien Kızılderili geleneklerine göre şimdiki evrenimizin sonu 2012’dedir. Ve aynı yılın Aralık ayında da yeni bir devre (Maya takvimine göre de bu böyledir) açılmıştır. Bugüne kadar üçkağıtçıların takip ettiği mantığı izlersek 2011 yılını göz önünde bulundurmak zorundayız veya 2001 yılı dramından tam 11 yıl sonra…, Üçkağıtçıların bugüne kadar amaçlarına ulaşamadıkları savını ele alırsak, 2011 veya 11 eylül 2012 yılında kendilerini bir şekilde göstereceklerdir. )
Birçok ülke çoğu zaman ve genellikle de kendi isteklerinin dışından terörist organizasyonları kabul etmek zorunda kalıyorlar. Kurnazca Amerikan hükümeti seçimine göre herhangi bir ulusu cezalandırma hakkını kendisine vermektedir. Bu düzensizliğin amacı sizi git gide duvara sıkıştırmaktır. Dünyada rekabetler yaratarak ve politik, ırk nefretlerini saçarak, genel panik haline sokmaktadır toplumu. Bu ruh halinin oluşumunda günlük medyanın zehirlemesi de masumca değildir. Güvensizlik, suikastlar, savaşlar ve planlanmış süptil bir kirlilikle dünya dizleri üstüne çöktüğünde, BM ve ABD’nin aracılığıyla dünyadaki ultra gizli hükümet, “Dünyada Barış” ı yaratmak için tek bir hükümeti önerecektir. Övgüye değer bir amaç ancak astral hayvana (dünyadaki gizli hükümet) yakından bağlı olan karanlık hükümetin gerçek ve korkunç otoritesine, amacı  anti demokratikliği sunmak, sizi,insan ilkelerinin gerçek değerlerinin dışında,  boyunduruğu altında tutmaktır. Kendiniz görün; üçkağıtçıların korku ve savaşın çok akıllıca bir kombinasyonuyla totaliter bir düzeni gün ışığına çıkararak size empoze edeceklerdir. ve insani prensiplerin dışında, ahlaksızca hukuk kurallarını dışarıda tutarak, askeri şiddeti meşru kılan dünya düzenini yavaş yavaş yerleştirecekler. Dünya kontrol planının gerçekleşebilmesi için savaş ve güvensizliğe ihtiyaç vardır. Bu plan yeni değildir; binlerce yıldır vardır. Ancak sizin uyanışınız, astral hayvanların işbirlikçisi hükümetleri çok rahatsız etmektedir. Gizlice ipleri oynatanlar hakkında daha fazla bilgi edinmek, paranoid davranışlarının derinliğini tanımak istiyorsanız ve atalarının nereden geldiğini keşfetmek ve de niye size bu şekilde davrandıklarını anlamak niyetindeyseniz okumaya devam etmenizi öneriyorum size.


4-     YILDIZLARIN DİLİ ve ASİ “MELEKLERİN” GİZLİ KODU